Arkadaşlarla otururken laf lafı açtı. Dünya ekonomisi, ülkemizdeki şartlar, politika derken konu geçim derdinden zengin olmak konusunda ustalıklara geldi. Bir arkadaşım Robert KIYOSAKİ’nin Zengin Baba Yoksul Baba adlı kitabını okumamı, bu kitapta zengin olmakla ilgili sırların olduğunu söyledi. İnanmadım ama merak ettim. Rahmetli babam çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz derdi. Acaba benim babam yoksul baba gibi mi düşünüyordu? Sonrasında ustam olan abım de aynı fikirde idi. Bu işte bir terslik var diyerek okumaya başladım. Kitapta biyolojik babasını yoksul baba olarak tanıtıyordu. Zengin babası ise çocukluk çağında arkadaşı olan Mike’ın babası idi. Tam bir kapitalist insanların duygularını, enerjilerini, hislerini sömüren paranoyak bir adamdan bahsediyordu. Zengin baba’yı o kadar övdü ki bir ara bende acaba bu iyi bir adam mı diye düşünmeye başladım. Kitapta arkadaşı ile beraber çocukluk çağında bir iş için zengin babanın yanına giderler. Çocukken ben de benzerini yapmıştım. Hatta daha iyisini; bir gün limonata yapmak amacıyla marketten aldığım tozları evde büyük galon içine hazırlayarak satmıştım. Hem yaşıma göre iyi para kazanmış, hem çok eğlenmiştim. Öyle bir hikâye beklerken acımasızlığın, insanların para ile satın alınabildiğinin hikâyesi ile karşı karşıya kaldım. Bunları yazarken aslında zengin insanlar toplumun en önemli kesimi olduğunu düşünüyorum. Düşünsenize bir fabrikatör yüzlerce kişiye iş imkânı sağlıyor. Daha küçük düşünelim, küçük bir mağaza dahi yanında 5-6 kişi çalıştırarak ekonomiye katkı sağlıyor. Sadece kendini düşünmekten çok daha gurur verici iş yapıyorlar. Bu yüzden zenginlik iş yapmak üzerine olduğu zaman insanı onurlandıran bir şeydir. Ama şunu da unutmamak gerek; nasıl kazanıyorum? İnsan fıtratı gereği çok detaycıdır. Az önce bahsettiğimiz, zengin dediğimiz insanlar, alın terini, parasını, gücünü ortaya koyarak para kazanan, zengin olan insanlar. Kitabı okurken hep böyle bir başarı hikâyesi bekledim. Öyle olmadı. Paranı ortaya koy, paradan para kazan diye kitabın birçok noktasında belirtti. Kitap yazarının bahsettiği iş aslında yıllardır var olan, toplumları yok etmiş tefecilik mesleğinin modernize edilmiş halidir. İnsanları önce bir şeylere muhtaç et, sonrasında muhtaç ettirdiğin şey için onlara iyi gözüküp, yüksek miktarlarda kredi ver, en sonunda neyi varsa elinden al. Çok zekice gözüküyor değil mi? Hayır çok şerefsizce! Anladım ki batı insanında eksik olan şeyler bizim insanımızda fazlasıyla mevcuttur. Biz haram olana yan gözle dahi bakmayız. İnsanların zafiyetlerinden faydalanmayız. Bu yazı da zaten bu yüzden kaleme alındı. Son zamanlarda bizim toplumumuzda da batıda gördüğü bu kolay yoldan zengin olayım, aile toplum beni ilgilendirmez, ben zengin olayım, güçlü olayım bana yeter gibi ifadelerin çoğaldığını fark ediyorum. Peygamber Efendimiz (S.A.V) komşusu açken tok yatan bizden değildir, buyurmuşlardır. Olayı böyle anlatmayacağım çünkü bunu belirttiğin zaman din ile bizi kandırıyorlar diyorlar. Hâlbuki üretmenin, helal kazancın, paylaşmanın bütün toplumların temel dinamikleri olduğunu unutmamak gerekiyor. Faiz, faiz, faiz nereye kadar? Sonunda tıkanacak, hem fakiri, hem orta kesimi ve dahi zenginleri bitirecek olan bu sistem değil midir? Batının sunduğu bu sistem kobra etkisi oluşturacaktır. Kobra etkisi nedir bilir misiniz? Kobra etkisi terimi, İngiliz yönetimi altındaki Hindistan'da meydana gelen bir olayı tanımlayan bir anekdottan gelir. İngiliz Hükümeti, Delhi'deki zehirli kobraların sayısı konusunda endişeliydi. Bu nedenle Hükümet, her ölü kobra için bir ödül teklif etti. Başlangıçta bu başarılı bir stratejiydi, ödül için çok sayıda yılan öldürüldü. Ancak nihayetinde girişimci insanlar, gelir elde etmek için kobra üretmeye başladı. Hükümet bu durumun farkına vardıktan sonra ödül programını iptal etti. Kobra yetiştiricileri artık değersiz yılanlarını doğaya serbest bıraktıklarında vahşi kobra nüfusu daha da arttı. Benim söylemek istediğim faiz, daha fazla faiz isteyecek, daha fazla faiz çok daha fazla faiz isteyecek. Bu kısır döngünün tek bir çözüm noktası vardır. Üretim ve helal kazanç, sonrasında her şeyin iplik söküğü gibi geleceğinden hiç şüpheniz olmasın. Ben kitabı yine de sonuna kadar okudum. Her noktasını aklıma çivi gibi çaktım. Bir yandan da içim acıdı. Tek değerleri banka mevduatları olan insanlar kendilerini güçlü sanıyorlar. Çarşıda günlüğü 100-200 liraya çalışan bazı esnaflar vardır. Yanlarına uğradığınızda sizinle sohbet ederler. Bir ayakkabı tamiratı yaptırırsın. Abi borcum ne kadar? 7 lira der. Abi bunun hepsi kar olsa ne kazanırsın diye sorduğunda Allah’a şükür bize yetiyor der. Hakikaten de yeter ona o para. O para ile ev geçindirir, o para ile çocuk okutur. Neden biliyor musunuz?
Çünkü helal 4 haram 5’ten fazladır.
Sağlıkla kalın!