İnsanların olduğu kalabalık bir yerdi,
Herkes kendi yolunda işine gidip geliyordu,
Bir rüyaydı, belki de bir kâbustu.
Birisi bağırıyordu: ‘Herkes bulunduğu yerde dursun ve kendi çevresinde tebeşirle bir daire çizsin’ diyordu.
Herkes tebeşirle kendi etrafında daireler çizip, o dairelerin içinde tıkalı kalıyordu.
Çıkmak isteyenler ise bir türlü çıkamıyordu.
Sağıma baktım kötürüm bir kadın, kendi eliyle çizdiği dairede: ‘Bak ben yirmi yıldır kötürümüm ve yirmi yıldır oturduğum daireden hiç çıkmadım ama şimdi içimde dayanılmaz bir istek var, dışarı çıkma isteği, bu dairenin içine kapandığımdan beri dışarı çıkmak yasak olmasaydı eğer, bana öyle geliyor ki kesinlikle yürürdüm ve hatta koşardım’ diyordu.
Soluma baktım bir adam: ‘Ah! Keşke kendi elimizle çizdiğimiz bu daireleri silmek için bir izin olsaydı, o zaman hepimiz kesinlikle kurtulurduk’ diyordu.
Arkama baktım dairenin içinde cansız bir beden, bir ölü, o da konuşuyordu: ‘Ah! Şu çizgiler bir silinse de biraz gezsem dolaşsam, öldüğümden beri hiç bu kadar gezme isteği duymamıştım ama bu daireyi çizip de dışına çıkmak yasak edildiğinden beri içimde gezip dolaşma isteğim uyandı, keşke dairemde kapalı kalmasaydım, öyle sanıyorum ki, ben de siz canlılar gibi yürüyebilirdim’ diyordu.
Önümde ise bir delikanlı duruyordu, delikanlının etrafında çizgileri yoktu ama o da söyleniyordu: ‘Ah! Birisi çıksa da şu çizgileri bir silse, beni bu daireden bir kurtarsa’ diyordu. Delikanlıya çizgilerinin olmadığını söylediğim halde ‘Hayır! o çizgileri ben kafamda çizdim, sen görmüyorsun’ diyordu. Sonra herkesin bağırdığını, çağırdığını hep bir ağızdan ‘Bir kurtarıcı yok mu, bir kurtarıcı yok mu, biri çıksa da bizi kurtarsa, bir kurtarıcı yok mu, çizgileri silecek biri çıksa da bizi kurtarsa’ diye bağırdığını duydum.
Hiç kimse ama hiç kimse çevresine çizdiği daireden çıkamıyordu, herkes neredeyse delirecekti.
Gürültü, bağrış, çağrış derken bir ses duyuldu, ‘Eğer her kim ki bu dairelerin birinden çıkarsa, o vakit ben de çıkarım’ diyordu.
Sonra bir başkası: ‘Hani o birisi nerede, o birisi her kimse çıksın, o zaman biz de çıkarız’ diyordu.
Ama hiç kimse çıkmıyordu, hava kararıyordu, iyice gece oluyordu, insanlar korkuyordu.
Bir türlü birisi çıkıp da ‘ben’ demiyordu.
Herkes kendi eliyle çizmiş olduğu ve tasarladığı dairede kapalı kalmıştı.
O karanlığın içinde, o dairelerin etrafında, insanların arasında gözleri alev alev parlayan yalnızca bir kedi dolaşıyordu.
Kimsenin kediye karıştığı yoktu ve kedi canın istediğini yapıyordu.
Herkes kedinin özgürlüğüne ve bağımsızlığına imrenmişti ‘Ah! Keşke bir kedi olsaydık, keşke kedi olsaydık da böyle olmasaydık, ne olurdu’ diye inliyordu.
Bu bir kâbustu…
Demek ki bu çetin ceviz dünyayı yine biz insanlar yaratıyoruz.
Filozof ve yazar Jean-Jacques Rousseau bunu çok önceden söylemişti:
İnsan hür doğar ama her yerde zincire vurulmuştur.”
İnsan olarak kendi yaşamlarımıza, insanca davranışlarımıza, yaşama alanlarımıza, azmimize ve inancımıza sahip çıkmadığımız ve bunu beceremediğimiz müddetçe, öyle görünüyor ki, daha birçok kedinin mutluluğuna özenir olacağız.
Bir başka hikâyede buluşmak dileğiyle...
Şimdilik hoş çakalın.