Dürüstlük, insan oluşun en berrak hâlidir. Su katılmamış doğruluktur. Yokuşu çıkarken de inerken de zirvedeyken yahut aşağıda dururken de adımlarını hep kendine yakışır biçimde atmaktır. Başkalarıyla beraberken veya yalnızken de hep kendine yakışanı yapmaktır. Öç alma sırası kendine geldiği hâlde öç almaktan vazgeçmektir. Başkaları için ve başkalarından dolayı değil, kendisi için ve sadece kendisinden dolayı kötü karşısında iyiyi tercih etmektir. Yenileceğini bile bile doğrudan yana tavır almak, yeri geldiğinde göz göre göre kazanmak yerine yenilgiyi kabul etmektir. Kazandığında iyiliğin kaybedeceğini düşündüğü an yenilmeyi; kaybettiğinde kötülüğün kazanacağını düşündüğü anda ise sonuna kadar mücadele etmeyi görev addetmek, daha da ötesi hayat memat meselesi olarak görmektir. Çok küçük kaymalar olsa bile başlangıç ile bitiş arasındaki çizginin düz görünmesidir. Dürüstlük; eğriyi bile doğrultan, doğruyu ise dosdoğru hâle getiren insani en büyük enerjilerden biridir. Doğrularını tamamen teyakkuza, yanlışlarını ise büsbütün dalgınlıklarına borçlu olan insan dürüsttür. Dürüstlük; en genel anlamda iç ile dışın, ben ile ötekinin birbirini görme mesafesinde, birbirinden hiçbir şeyi gizlemeden söylemini ötekine olduğu gibi aktarma içgüdüsüne sahip oluştur. Bu manasıyla cisimler, bitkiler ve hayvanlar oluşlarını olduğu gibi yansıttıkları için tanrısal bir dürüstlüğe sahiptirler. Dürüstlükten taviz verme ve sapma, insan ile başlamaktadır çünkü insan, varoluşunu olduğu gibi yansıtmamayı da beceren tek canlı kategorisidir. Dolayısıyla dürüstlüğün en büyük düşmanı yalandır. Mevlana’nın Mesnevi’de birkaç kez tekrar ettiği “Ya olduğun gibi görün veya göründüğün gibi ol.” cümlesi tam ve en yetkin dürüstlük aşamasına vurgu yapmaktadır ve hayat karşısında kurulacak bütün gramerlerde birinci dereceden bir dürüstlük inşa etmenin somut ifadesidir. Bir şeyin veya kimsenin olduğu gibi görünmesi, özünü riyasız yansıtması demektir. Gecenin gece, karanlığın karanlık, gündüzün gündüz, ışığın ışık, merhametin merhamet, zulmün zulüm kimliğiyle ve üzerine hiçbir elbise giymeden, yüzüne hiçbir maske takmadan kendini sunmasıdır dürüstlük. Dürüstlük ülkesinde yalan da riya da yoktur. Taşın kendini plastik, plastiğin kendini taş olarak sunması bir dürüstlük ihanetidir ve ona dokunana yalan söylemeleri anlamına gelir. Sevmediği hâlde karşısındakini seviyor, düşmanlık beslediği hâlde dost gibi görünmek de ha keza oluşu yani içi dışarıya olduğu gibi aktarmamak, onu belli rezervler gözeterek sunuma çıkarmak demektir ki dürüstlükten şaşmanın birinci adımı burasıdır. Haddizatında “göründüğü gibi” olmak da “olduğu gibi görünmenin” mütemmim cüzünden başka bir anlam ifade etmez. Burada da dürüstlük madalyonunun öteki tarafı devreye girer. Madem şu veya bu gerekçeden dolayı ve maruz kalışın doğal sonucu olarak özüne sadık kalamıyor, oluşunu olduğu gibi öteki tarafa içini, içindekileri cildinin öte yanına taşıyamıyorsun; o hâlde özünün, içinin, ruhunun derinliklerinde kabarıp duranın dışarıdan seni görenler gibi olmasına izin ver. Madem taş görünümünü plastik yüzeyle kapladın, o zaman içeriğini de plastiğe göre ayarla. Burada, doğrudan doğruya riyaya vurgu yapıyor ve dürüstlüğün en büyük düşmanlarından ikincisine geçiyor Mevlana. Böylece “yalan” ile başlayan dürüstlüğün irtifa kaybı, “riya” ile yere çakılmış oluyor ve elbette bir kişi veya toplumda bu ikisinin genel geçer davranışa dönüştüğü çağların dürüstlüğü küstürmesi, boynunu büküp geri çekilmesine yol açması, hatta buharlaşmasından daha doğal ne olabilir? Ve dürüstlüğün uğramadığı insanda, karakter zafiyeti; karakter aşınması yaşayan bireylerin oluşturduğu toplumda da kitlesel zehirlenme, çürüme kendiliğinden kadere dönüşür. Dürüstlük bir karakter meselesidir ve karakterin kumaşı ne kadar düzgün dokunmuşsa motifleri o kadar belirgin, yer’i o kadar sağlam, yüzey görünümü o kadar berraktır. Karakter, düzgün fıtrat üzerine inşa edilmiş sağlam değerlerin bir bütünlük içinde yan yana getirilmesidir. Dürüstlük; bu bütünlükten dışarıya yansıyan duygu, düşünce ve eylem uzantılarıdır. Karakteri besleyen inançlar, öğretiler, dünya görüşleri, etik ve ahlaki sunumlar ile estetik görünümler, hep birlikte bir düzen içinde dürüstlüğe hizmet etmelidir. Dürüstlüğü bozan, inciten, ona halel getiren hiçbir öğreti kabul edilemez. Dürüstlük, bizzat yukarıda sayılan değerlerin neredeyse tek turnusol kâğıdıdır. Dürüstlük yoksa inanç yoktur, ahlak yoktur, insan yoktur, insanlık yoktur, insanlığın ulvi hâllerinden hiçbiri yoktur. İnsan olarak doğmak, insan olmak için yeterli değildir. İnsan doğulmaz, insan olunur ve insan olmak için çıkılan yolculukta dürüstlük en büyük paya sahiptir. İnsan ancak dürüstlüğü sayesinde özünü koruyabilir, insan olma bilincini nesilden nesle aktarabilir. Karakter zafiyetinin olduğu, gerekçesi ne olursa olsun, dürüstlükten taviz verildiği her durum, her karşılaşma, her ruh hâli insan olma şuurundan bir parçayı koparır alır. Bundan dolayıdır ki içinde bulunduğu şartlar ne kadar ağır olursa olsun, gerçeğin yerine yalan söylemek ne kadar menfaatine görünürse görünsün, doğruyu söylemek şahsına hangi derecede zarar getirme potansiyeli taşırsa taşısın, bütün durumlarda kaybetme, hatta mutlak kaybetme hâlinde bile insan asla dürüstlükten vazgeçmemelidir. İnsan, budur. Dürüstlüğünü koruyandır. Dürüstlüğünü muhafaza edemeyen insanlığını koruyamaz, dürüstlüğünü kaybeden insanlığını kaybeder. Dürüstlüğünü korumanın varlığını korumaktan farksız olduğunu bilen, dürüstlüğünü kaybettiğinde her şeyini yitirmiş olacağını düşünen kişidir dürüst. (Alıntı)