Türkiye Cumhuriyeti‘nin12.Cumhurbaşkanınıbelirlemek için 10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan seçimherkesin beklediği şekildeRecep Tayyip Erdoğan‘ın 1. turda seçilmesiyle sonlandı. Taraflı tarafsız Türk halkının tek merak ettiği ise Recep Tayyip Erdoğan ın alacağı oy oranı idi ve alınan oy oranları da aşağı yukarı herkesin beklediği ve konuştuğu rakamlarda oldu.

10 Ağustos sonrasında Türkiye Cumhuriyeti için yeni bir sayfa açılacağı gibi, 2007 anayasa değişikliği referandumu sonucunda gerçekleşen değişiklikle cumhurbaşkanının doğrudan halk oylaması ile ilk defa bu seçim sonucunda belirlenecek olması da seçimlere ayrı bir özellik katmıştır.

Ak Parti yerel seçimlerde hatırı sayılır bir başarı elde etmişti ama son zamanlarda yaşanan bazı olaylardan dolayı Erdoğan ın zarar görmediği aksine bu olayların neredeyse kendisine doping etkisi yaptığını gördük. Erdoğan, güçlü bir cumhurbaşkanı olma isteğini her platformda dile getirdi.

Seçim kampanyası boyunca, aktif bir cumhurbaşkanı pozisyonundan bahsetti ki; cumhurbaşkanlığı makamı maalesef bu zamana kadar Türkiye siyasetinde bir hayli sembolik bir makam olmaktan öteye gitmemiştir.

Bazı kesimler onu, cumhurbaşkanlığı seçimini kazandığı takdirde ülke üzerindeki kontrolünü sıkılaştıracak otoriter ve muhafazakâr bir lider olarak görüyor.

Seçim bir yenilenmedir, bir başlangıçtır. Son oniki yılda sancılı bir gelişim süreci yaşayan Türkiye için bu seçim büyük bir yenilenme imkânı tanıyor. 10 Ağustos seçimleri sonucunda Erdoğan ve Ak Parti ye siyasal misyonunu tamamlama fırsatı verdi.

Seçim zaferi ile Erdoğan’ın yeni Türkiye’yi kuracak siyasi lider olduğu gerçeğini de hepimiz tam olarak idrak ettik.

Önümüzdeki on yıl Erdoğan’ın ve Ak Partinin Türkiye siyasetini şekillendirmede en fazla muktedir olacağı dönem olacaktır.

Elbette ki; bunda halkoyu ile doğrudan seçilen ilk cumhurbaşkanı olmanın getirdiği demokratik meşruiyetin büyük etkisi olacaktır.

2015 genel seçimleri de bu misyonun gerçekleşme imkânlarını ve sınırlarını gösterecek. Yeni bir Anayasa ile sistem değişikliğinin gerçekleşip gerçekleşemeyeceğine tanıklık edeceğiz.

Erdoğan’ın seçim sonralarındaki meşhur balkon konuşmasında zikrettiği “Yeni bir toplumsal uzlaşma anlayışıyla farklılıklarımızı değil, ortak değerlerimizi öne çıkararak, yeni bir istikbali inşa etmek.” cümlesi bu on yıllık süreçte neler göreceğimizi az çok tezahür etmemize de yardımcı oluyor.

Erdoğan, “Çankaya artık vesayet aracı olmaktan çıkmış, milli iradenin tam egemenliği altına girmiştir” cümlesi ile aktif cumhurbaşkanlığı misyonunu kısacası Başkanlık sistemini savunan bir söylemi de akıllarımıza soktu.

Bu söylemin “Yeter söz de milletin, karar da milletindir” ve artık “Devlet ve millet aynı istikamete bakıyor” ifadeleri Erdoğan’ın misyonunu ve gücünün kaynağını da fazlasıyla ifade etmektedir.

Recep Tayyip Erdoğan Cumhuriyet dönemi siyasi hayatımızın “özel bir role sahip siyasi aktörüdür. Bunun göstergesi de yeni bir millet tasavvuruna yaptığı vurgudur.

Bu yeni tasavvur etnik kökeni, dini ve mezhebi farklılıkları kabul eden, aynı zamanda hepsini ortak devlet bayrağı altında toplamaya açık davetiye veren bir vatanseverliktir. Erdoğan’ın ”Türkiyelilik” etiketini farklı kesimlere kabul ettirme gayretinde olduğu açık.

Ancak bunun da ötesinde Erdoğan’ın açılımı tümüyle hayata geçirecek bir siyasi ehliyeti ve imkânı elde ettiğini de görmekteyiz.

Muhalefet partilerinin türettiği “Erdoğan karşıtlığı” sermayesi ellerinde eriyip gitti. Muhalefetin bu karşıtlık ve kutuplaştırma çabaları Erdoğan’ın daha da şok güçlenmesine olanak sağladı.

Muhalefetin kendi kendine düşmüş olduğu bu zor durumdan çıkmasının parti yönetimlerinde köklü bir değişim ve yeni bir yapılanma olmadığı müddetçe kolay olmadığı da herkesçe aşikar.

Akparti dışındaki bu muhalefet partilerinin en büyük sıkıntısı Erdoğan’ın siyasi karizmasının altında kalmaları. Erdoğan’ın karşısına alternatif bir siyasal kimlik çıkaramamaları.

Ayrıca, Erdoğan, muhalefetin söylemlerini de kendi dili içinde eriten bir yeteneğe sahip. İhsanoğlu ve Demirtaş’ın “uzlaşma” söylemlerini de bu özelliği sayesinde eritmektedir.

Bir yandan, parti tabanı ile kurduğu güçlü iletişim Erdoğan’ın büyük bir siyasi hareketin lideri olmasını pekiştirmekte. Öte yanda, kamuoyunu yönetme becerisi ile hitabet yeteneği sayesinde de Türkiye siyasetine getireceği değişimleri millete anlatabilme imkânına sahip.

Erdoğan’ın “yeniden inşa” misyonunun gerektirdiği insan sermayesi de ilerleyen zamanlarda kendisine oy vermeyen kesimlerden gelecektir. Bunun için de tüm kesimleri kapsayan aktif bir uzlaşma sağlaması gerekmektedir.

Zira dünyada ve bulunduğumuz coğrafyada güçlü ve etkili bir ülke olma hedefi için Türkiye’nin tüm kesimlerinin birlikteliği, aradaki problemlerin çözümü ve en önemlisi bir insan ve emek seferberliği gerekmektedir