Eblahan’dan Akyol’a doğru yavaş adımlarla yürüyordum. Akyol mahallesinde oturduğum yıllardan tanıdığım oldukça yaşlanmış bir sima ile karşılaştım. Onu görünce çocukluk, gençlik yıllarım bir sinema şerdi gibi gözlerimin önünden geçti. Yıllar öncesine gittim. Yitiğini bulmuş biri gibi sevindirdik olmuştum. Sanki biri beni dürttü, tembihlenmişçesine “Hayrı emmi selamünaleyküm” dedim.
Duymaz sanıyordum… Yaşlı adam, bir elini yılların ağırlığının bir bölümünü sırtlayan bastona vermiş, diğer eliyle de soğuk havadan korumak için kalın yün pardösüsünün cebindeydi. Dizlerine kadar örten pardösünün altında kaybolmuş gibiydi. Başında köylü şapkası, gözünde kalın çerçeveli bir gözlük, bacağında siyah kalın bir kumaştan şalvar, belinde beyaz kuşağı, ayaklarında siyah bir yemeni vardı.
O, zamana inat bu mahallenin yaşayan geçmişiydi.
Öne doğru eğilmiş omuzlarının üstündeki başını hafifçe kaldırdı. Kim olduğuma bile bakmadan; “aleykümselam oğul “dedi. Yürüyorduk, durdum o da durdu. Eline uzandım, vermek istemedi ama ben yine de tuttum ve öptüm. “Nasılsın Hayri emmi? “dedim…” Eyiyim oğlum” dedi… Yüzme baktı” Seni çıkaramadım? Sen kimsin, kimlerden sin? “Dedi. Kendimi tanıttım. “Aha şurada yola giden, iki katlı evde otururduk… Karşımızda da Kalaycı Şükrü, Karagözcü Karadayı vardı” dedim.” … Hatırladım” dedi…
Ben kendisini ayaküstü bekletmek istemedim. Ama o kolumu sıkıca kavradı, bırakmadı. Yaşlı adam;” Ben bu mahallenin uşağıyım… Çoktandır sokağa çıktığımda kimseden selam almamıştım… Ceddine rahmet olsun!” dedi ve devam etti.
Ben seneler önce Ferhadiye Camisinden Arasa ’ya gidene kadar en az 25-30 kişiyle selamlaşır, ayaküstü sohbet ederdik. Birkaç dükkâna buyur edilir, çayımı kahvemi içer, öyle ulaşırdım çarşıya. Şimdi sokakta yürürken sokakları tanıyamıyorum, sokaklar beni tanımıyor. Eskiden selamlaşınca yaşadığımızı hissederdik, selamlaşınca yalınız olmadığımızı anlardık… Birbirimizin hali nicedir bilirdik… Şimdi ne selam kalmış. Ne de selamlaşacak insanlar. Ne olmuş oğlum bu millete? “Deyince neleri kaybettiğimizi bir kez daha anladım, yüreğimin derinliklerinde bir sızı hissettim.
Söyleyecek tek bir sözüm bile yoktu… Sadece “eyi olur zaaar Hayri Emmi!” dedim. Elini öptüm. Ondan uzaklaşırken tarif edemediğim bir mahcubiyet, yüreğimde acı, kafamda binlerce soru, milyonlar arasındaki yalnızlığımıza dönüyordum.