Hazza yönelme bizi harekete geçiren bir şey. Ama bunu hayatımızın yararına dönüştürmek için muhakkak kişinin aklını kullanması gerekiyor. Asıl özgürlük her hoşuna gideni yapmak değil, kendi arzu ve dürtülerimize rağmen istediğimizi yapabilmektir. Çünkü her insanın içinde çeldiriciler, yoldan çıkarıcılar, baştan çıkarıcı kötücül parçalar var. İnsan bu kötücül parçaları eğitirse, ‘Hayır, patron benim.’ diye kabul ettirirseniz içinizdeki o vahşi duygulara, o duygular sizi istediğiniz yere götürür.

Bu kişilere şunu göstermeye çalışıyoruz. Eğer, sen haz peşinde koşmaya devam edersen seni muhtemel ne bekliyor? Yaptığın hareketin doğal sonucu nedir? Kişiler, kendi zarar algısını anlamıyor, onlara zarar algısı çalışıyoruz. Yani, içmeye devam edersen karaciğerin böyle olur, beynin yaşlanıyor, beyin hücrelerin ölüyor, erken demans olacak, alzheimer’a dönüşecek diye bunları kanıtlarıyla anlatıyoruz. Kişide o zaman zarar algısı oluşuyor.

Önce kendimizin lideri olacağız. Kendi arzu ve dürtülerimizi, beyindeki dopamini, seratonini, haz hormonlarını yönetebilmek liderliktir. Hepimizin içinde bir vahşi at var o kafasına göre yaşamak, istediği yöne gitmek istiyor. ‘Hayır, patron benim.’ diye kabul ettirirseniz içinizdeki o vahşi duygulara, o duygular sizi istediğiniz yere götürür. Önce kendimizin lideri olacağız. Buna nöroliderlik deniyor.

Bu insanın beynindeki ödül ceza sistemiyle ilgili. İnsan, ucunda elem veya korku olan konulardan kaçınmaya çalışıyor. Bir ödül ceza sistemi içerisinde seçim kararları veriyor. Ödül olan şeye yönelmeye çalışıyor. Ve biyolojik ritim böyle çalışıyor. Fakat haz veren her şey onun yararına değil. Dozunu ayarlaması gerekiyor. Mesela baklavayı seviyorsun, fazla yediğin zaman zararlıdır. İnsanın hazla ilgili o sınırsızlığı ve sonsuzluğu giderebilmesi için muhakkak kendi kendine sınır koyabilmesi gerekiyor. Hazza da acıya da sınır koyması gerekiyor. Bunu yapabilirse kendini yönetebilir.

Hazzı erteleyebilmek sadece insanda vardır. Diğer canlılarda hazzı erteleme yok. Doyum ötelemesi diyoruz ona. Doyumu erteleme bir beceridir ve doğuştan yok. Ödülü öteliyorsun, erteliyorsun. Onun için bazı şeylere katlanabiliyorsunuz. Burada bütün iş beyindeki ödül ceza sistemini yönetmek, bunu yönetmek demek insanın kendini yönetmesi demektir. Mesela inançlı kişilerde ölümden sonra cennet beklentisi de ödüldür, uzun vadeli bir menfaat olarak o da beynindeki ödüle hizmet ediyor.

Biz terapilerde kişilere haz yönetimini, doyum erteleme becerisini öğretiyoruz. Onlara dayanıklılık eğitimi veriyoruz. Zordan kaçan, kolaya kaçan, dayanıksız insan tipleri çoğaldı. Haz bir nükleer enerji gibidir. Haz insanı hedefe götürür, harekete geçirir. Ancak dozunu kaçırır, yanlış kullanırsan insanı patlatır, insana zarar verir. Asıl önemli olan kendi arzu ve dürtülerimizi terbiye edebilmektir.

Anlam dünyamız değişti. Kişiye özel sınırlar kalmadı. Postmodern kimlikler inşa edilmeye başlandı. Eskiden baskıyla, korkutarak oluşan bir emperyalizm vardı. Şimdi gönüllü emperyalizm var. Bunu biz gönüllü olarak yayıyoruz. Daha önce kendimiz olabiliyorduk. Ama şimdi kendimiz değiliz, bir nesne haline geldik. Dünya şu anda herkesin herkesi gözetleyebildiği dijital bir hapishaneye döndü. Özgürlüğümüz ciddi şekilde kısıtlandı. Kendimizi özgür zannediyoruz ama sahte bir özgürlük var. Gösteriş toplumu haline dönüştüğümüz için ‘kim daha gösterişçi, kim nasıl, ne giymiş, kiminle, nasıl davranıyor, kim ne yapıyor’ böyle devamlı haz ve beğeni alma odaklı yaşam içerisinde insanların enerjisi boşa gidiyor.

İnsanların çoğunu mutsuz eden bir sistem doğru bir sistem değildir. Şu anda kapitalist sistem, tüketim toplumunu teşvik ediyor. Biz imaj toplumu olduk. Doğruların yerini imajlar aldı. Bu tüketim aracı haline geldi. Kendini en iyi gösteren, en iyi anlatan kişi, en kıymetli oluyor. İnsanlar ‘arzu edilen’ olmak istiyorlar. İnsanın içerisinde bu duygu vardır fakat insan yanlış bir şekilde o duyguyu kullanıyor. Kendi egosunu tatmin ediyor. Bireysel fayda ön plana çıktı. Benmerkezcilik yüceltildi. Ayrıca insanlar her şey dünya hayatı gibi bir cazibe içerisindeler. Bu cazibe içerisinde uzun vadeli düşünmüyorlar ‘anı yaşa’ diyorlar. Anı yaşamak kutsallaştırıldı. Psikolojideki karşılığı ‘anda yaşa’ dır. Geçmişi ve geleceği ‘keşke’ ve ‘acabayla’ dağıtmamak ama bugünün hakkını verebilmek için söylenmiş bir şeydir. Anı yaşa, ‘geleceği hiç düşünme, zincirleri kır, dünyaya bir kez geldin’ gibi bir yaklaşım var. Orada son derece benmerkezci, hazlarına hapsolmuş bir insan oluyor. Şu anda postmodernizm gösteriş duygusuna hapsolmuş bir insan tipini ortaya çıkarıyor.

İnsan ilişkilerinde insanın ihtiyaçlarını değiştirdi. Temel ihtiyaçların yerini takdir edilme, övgü, arzu edilen olma gibi bir duygu aldı. İnsan, kendini geliştirmek, terbiye etmek, arzu ve dürtülerini eğitmek yerine bedenini eğitmeye yöneldi. Beden terbiyesi nefis terbiyesinin yerini aldı. Böyle durumlarda da ‘bedenim kusursuz olsun’ çabasıyla, devamlı kozmetik sanayinin işine yarayan tüketimler ortaya çıkıyor. Tüketimin hedefi bizim için, imaj, kimlik, statü, prestij oldu.

Kendine tapan insanlar ortaya çıktı. Kendilerini kutsallaştırıyorlar. Bunun adı narsizm, kendine hayran olmak, kendini yeryüzü tanrısı gibi görmek ve eleştiriye tahammül etmemek. Acı çeken insanları, başkalarının ihtiyacını umursamamak. Böyle insan tipleri çoğaldı hatta ABD’de ‘Narsizm Salgını’ diye kitap çıktı. Bunun en büyük nedeni de insanın temel, gerçek ihtiyaçlarının yerine imaj için alışveriş yapması. Ayrı statüde olduğunu, kendine özel bir imtiyazda olduğunu göstermek için alışveriş yapması tüketim davranışını değiştirdi. Bir toplumun yarısı mutlu, diğer yarısı mutsuzsa orada huzur olmaz ki. Herkese asgari bir mutluluk seviyesi sağlanması lazım ama şu andaki postmodernist tüketim odaklı sistem, insanı gerçek ihtiyaçlarına göre değil, isteklerine göre harekete geçmeye teşvik ediyor. İnsanın alışveriş yaparken istek ihtiyaç arasında ‘ben bunu istiyorum ama ihtiyacım mı?’ diye kendine sorması lazım. ALINTIDIR