Büyüklerin yanında sofrada diz çökerek oturmayı öğrendik. Saygısızlıktı ayaklarımızı uzatarak oturmak. Sofrayı bırakın, normal sohbetlerimizde bile, o annelerimizin iğne oyalı ya da kirkitle yaptıkları dantel örtülü divanlarında bile ayaklarımızı uzatarak oturmak mümkün değildi.

      Yolda yürürken abim ve ben, babam ortamızda, biz onun iki yanında ama, bir adım gerisin de  yürür idik. Yanında sigara içmez, yüksek sesle konuşmazdık.

      Diz çökerek oturduğumuz sofrada, yemeğe ilk babamız başlar, sonra annemiz, daha sonra ise biz çocuklar saldırırdık annemin ve ablamızın hazırladığı o nefis yemeklere.

     Sofra kurulurken sofra bezi ve kasnak benim görevimdi, ekmek selesi ve onları kesmek abimin, siniyi annem hazırlar ablam sofranın üzerine koyardı. Hiçbir lokmamız yarım bırakılmaz ekmek kırıntılarına kadar yenirdi.

      Sofranın kaldırılması da yine aynı şekilde yapılırdı.. Sofra bezi tavuklarımızın kümesinin önüne silkelenirdi.  Bulaşıklar yine ya anneme ya da ablama kalırdı.

      Tel dolabımızda saklanırdı yiyeceklerimizin kalan kısımları ağzı sıkıca kapatılan bakır kalaylı tencerelerde.

       Biliyorum ki birçok okuyucumuzun yaşantısını anlatıyor gibiyim bu anlattıklarımla. O zamanlardaki bütün ailelerde hep aynıydı çünkü aile düzeni. Yoktu, bir ailenin, diğer aileden farkı.

     Yaz tatillerinde abim ve ben, ailemize katkıda bulunmak için, çıraklığa verilirdik. Ben Cuma günleri hayvan pazarında gazoz satardım. Abim dayımın manifaturacı dükkânın da çıraklık yapardı.

     Çıraklığa başlasak ta, önce kuran kursuna giderdik her sabah düzenli olarak. Ben bağlayamazdım elif, beyi, kelime kurmayı beceremezdim Arapçada.  Sureleri ezberler, daha gitmezdim kuran kursuna.

      Babamın berber dükkânına alınan, Cumhuriyet, Milliyet, Demokrat İzmir ve Ulus gazetelerinin tüm köşe yazılarını yüksek sesli okumak benim görevimdi. Kekeleyerek okuduğum, ilk günlerin korkusunu attıktan sonra, okuldan kalan boş zamanımda görevim bu idi babamın dükkânında.

       Dükkândaki koltukların üzerine oturan, müşteriler gibi bir gün ayak, ayak, üstüne atarak köşe yazılarını okumaya kalktığımda; babam geçerken ayağımı indirmemi fısıldadı. Evimizdeki gibi burada da saygılı olacaksın büyüklerine karşı dedi.

       İlk ve son ayak, ayak, üstüne atışım oldu.  Bense havalara girmeye başlamıştım, gazetedeki makaleleri en iyi ben okuyorum diye.

       Dersimi aldım. O ders hala babamın kulağıma fısıldadığı sözlerden dolayı devam etmektedir.

       Yukarıdaki anlattığım düzene rağmen, her konuda, kendimizi bilmeye başladığımızdan beri, fikirlerimiz sorulur, aile meclisinde hepimizi ilgilendiren konularda, düşüncelerimiz alınırdı. 

       Niye anlattım bunları, Dün üniversiteden gelen iki gencin, projeleri için benim bilgilerime, ihtiyaçları olmalarına rağmen, karşımda oturuşlarını görünce,  gençliğimdeki aldığım terbiye ve eğitimi anlatma gereği duydum da ondan.