Tarih 1850 ‘li yıllardır. Leblebici Kara Maamet (Mehmet) Ayintab eşrafından bir ailenin üyesidir. Almacı pazarında küçük bir düvende Leblebicilik yapar. Bu nedenle de kendisine “leblebici kara maamet” diye hitap ederler.
Leblebici Kara Maamet; cesur, gözü kara, ticari zekâsı oldukça yüksek, girişken bir delikanlıdır.
Dünyayı gezme ve ticaret yapma merakı onu Antep dışında arayışlara sürükler.
Leblebici Kara Maamet bir gün leblebicilik mesleğini bırakıp kervancılık yapmaya karar verir. Elinde avcunda ne varsa satar, aldığı bir miktar borçla birlikte 11 deve satın alır, yanında bir deve de kiralar,12 deveyle İpek Yolu güzergahında; Antep’ten Arabistan’a, Arabistan’dan Antep’e, Antep’ten İstanbul’a kervancılığa başlar.
O tarihlerde Antep’te üretilen; pekmez, deri, ipek, kutnu, Antep fıstığı, kuru üzüm, kilim gibi yöresel ürünleri toplayıp oralara taşırken, oralardan da Antep’te olmayan malları getirir satar, ticaretini yapar.
Leblebici Kara Maamet Antep’e İlk havai fişeği, mumlu kibriti getiren kişidir. Bu nedenle de herkes ona “leblebici “lakabı yanında, “Kirpitci Kara Maamet” de demeye başlar.
Maamet bu arada Antepli bir kızla evlenir. Üç oğlu, bir kızı olur. Oğullarına; Hamdi, Şükrü, Sabri isimlerini verir. Kızı da sonra evlenir Birecik’e gelin gider.
Kara Maamet o dönemde oldukça zor ama kazançlı bir iş olan Kervan ticaretinden çokça para kazanır. Borçlarını öder, işini düzletir. Hatta birikim de yapar. Kara Maamet, birikimi olan altınları iki teneke kutu içine koyar, evinin ocaklığındaki gizli bir yerde saklar. Saklar saklamasında, Kara Maamed’in oğullarından Hamdi, babasının sakladığı altınları bulur.
O sırlar Yemen ve Çanakkale savaşları patlak verir. Yemen savaşı için Antep’te “Redif alayında asker toplamaya başlanır. Hamdi askere alınacağını anlayınca, babasının iki teneke altınını gizlice yerinden çıkarır, bir keseye doldurur, kuşağına sarar ve Redif alayına gider teslim olur. Birkaç gün sonra da redif alayı askerleri savaş bölgelerine sevk edilirler.
Hamdi askere gittikten sonra baba Kara Maamet Altınlarının yerinde olmadığını, alanın da oğlu Hamdi olduğunu öğrenir. Öğrenir öğrenmesine de iş işten geçmiş, yılların birikimi, alın teri uçup gitmiştir, en başa dönmüştür.
Kara Maamet çok kızar. Öfkelenir. Ama yapabileceği bir şey yoktur.
Akşam vaktidir. Abdest alır, iki rekât namaz kılar, ellerini açar; “Oğlum Hamdi!… Fesinle, esbabınla oynayayım! “Der, “beddua” eder.
Yemen savaşı sona erer. Anadolu’nun pek çok evladı gibi Hamdi de yaban ellerde şehit düşer, oralarda bir yerlere defnedilir.
Kara Maamet oğlu Hamdi’nin şehit düştüğü haberini henüz almamıştır.
Akşam vaktidir, abdest alır, namaza durur. Tam o sırada bir zabit eve gelir. Elinde şehit düşen Hamdi’nin kanlı asker esbabı, namaz kılan kara Maamed’in seccadesinin soluna bırakır, çıkar gider. Kara Maamet namazın sonunda önce sağa selam verir, sonra başını sola çevirdiğinde kanlı bir elbise ile karşılaşır. Neye uğradığını şaşırır. Hamdi’nin şehit olduğunu anlar. Oğluna ettiği beddua gelir aklına. O anda yüreğinin derinliklerinde o güne kadar hiç bilmediği bir acıyı iliklerine kadar hissederken, duyduğu pişmanlıkla göz pınarlarından yaşlar süzülmeye başlar, hıçkırıklara boğulur.
Tekrar secdeyi varır, “Bismillah…!” der ve oğlunun mezarı başındaymış gibi bir hisse kapılır. Avuçları yerde, yüzü secdede uzaklarda bir yerlere bakıyormuş gibi gözlerini bir noktaya diker, oracığa yığılır kalır, bir daha da kalkamaz.
Baba bedduası yerini bulmuş, Kara Maamet evladının kanlı esbabını önünde bulmuştur.
Siz,siz olun, ne olursa olsun, babalar, evlatlarınıza beddua etmeyin.
NOT: Anlatılan bu hikâye gerçek olup, Kirpitci Kara Maamed’in (Şükrü’nün oğlu) torunu; Tahsin Kirpitci tarafından anlatılmıştır.
Yorumlar