Mevsim kara kıştan bahara döndü. Birkaç gün sonra güneş sıcak yüzünü daha çok gösterip tenimizi şefkatle okşamaya başlayacak. Tabiat bir oya misali renklerle donanırken, ağaçlar yavaş yavaş kış uykusundan uyanıp dallarının ucundan fışkıran gözler bahara merhaba diyecek. Baharın müjdecisi rengârenk kır çiçekleri topraktan başını kaldırıp halı gibi yeryüzüne serpilirken, sisli gözlerimizi okşayacak,gönlümüzü mest edecek.Çiçeklerin kokuları damarlarımızdaki kanı kaynatıp, gönlümüzde kelebekler uçururken, bir kez daha bahara ulaşmanın heyecanını yaşayacağız.
Nisan yağmurlarıyla çoşan toprak yine cömertliğini gösterecek; zahteri, kuzukulağını, çiğdemi bize sunacak. Toplanan çeşit çeşit bahar bitkileri satılmak üzere çarşı pazara düşerken, meraklılarının hasreti bitecek.
Evlerde geçen yaz hazırlanan kurutmalıklar, zat-zahre, basılan antep pendiri, turşular, çeşit çeşit reçeller, şirelikler de tükenecek, kapları boşaltılacak, temizlenecek.Gelecek kış için hazırlıklar bahardan yeniden başlayıp,bir yaz sürecek.
Yaşı ellinin üzerinde olanlar hatırlarlar.Yazın, bağı olanlar bağından üzümleri keser, evlerin hayadına yıkılır, üzümler depelenir, geniş kazanlarda kaynatılır, şirelikler yapılırdı. Mahalle günlerce şire kokusuna doyarken; İp ip sucuklar, çarşaf çarşaf bastıklar, kesmeler, tarhanalar, muskalar yapılırdı. Şirelikler kuruyunca, kuru üzüm, fıstık, ceviz şire mahmilinde yerini alırdı. Havalar soğumaya, kar yere düşmeye başlayınca kış gecelerinde tandır başında, sıcak soba çevresinde hakiyeler anlatılırken, şirelikler yenir, ağızlar tatlandırıldı.
Şirelikler bir kış yenirken, bahara doğru tükenir, mahmilin dibi görünmeye başlardı. Özellikle mahmilde tükenen bastık kırıntıları sandığın dibinde birikirdi. Bu kırıntılar bir kış şekerlenir, şirenin özü olan sıvı dışa vurur, hafif kurur, rengi koyulaşır, bir başka lezzetlenirdi.
Sandık dibinin ayrı bir lezzeti olurdu. Baharda sahreye giderken sandık dibinden götürmeyi unutmazlardı. Sahrede bunları yerken şekerlenmiş sucuk, basık, tarhana ağzınızda hıyır hıyır ederken, tahta ölbede kalan pekmez, kavanozdaki reçel öyle tatlı gelirdi ki, tadı damağınıza değdiğinde kaymak gibi erir,dimağınızda hoş bir lezzet bırakırdı.Sahrede kırıntılar için çocuklar zırlar, kavga bile ederlerdi. Bu kırıntılar çocukluğumuzda üç beş kuruş verip satın aldığımız, tadına doyamadığımız baklava kırıntılarını hatırlatırdı.
Ne güzel bir gelenekti. Ne güzel günlerdi. Şimdilerde ne şire yapan, ne şirelikler, ne mahmilde şirelik saklayan, ne de şire yemeye hevesli çocuklar var artık.
Hayatımızın bir parçası olan binlerce yıllık alışkanlıklarımızı terk ediyoruz. Geleneksel gıda çeşitlerimiz yerine teknolojinin, reklamların, markaların dayatmaları olan her biri kimyasal bomba, her biri obeziteyi ve alerjik hastalıklarının kaynağı ve tetikleyicisi gıdalar yer almaya başladı.
Birkaç yıl sonra bugün hatırlatmaya çalıştığımız dünle ilgili pek çok şeyi yarın, ne hatırlayan ve de ne de hatırlatacak kimse de kalmayacak. Buna toplumsal hafıza yitirme, kimliğinden kopma denir. Bu ise bizi biz olmaktan çıkaracak, felaketimiz olacaktır haberiniz olsun.