Her yıl 24 Kasım tarihinde çocukluğum aklıma gelir. Sabah saatlerinde o güzel yatağımdan kalkar, okul kıyafetlerimi giyer bir güzel süslenirdim.
Annem saçlarımı örer, bende öğretmenimi düşünürdüm. Ona aldığım hediyeyle uyur, ona verdiğimde yaşayacağı mutluluğu hayal ederdim.
Çünkü çocuk gözünde öğretmenler kahraman gibi melek gibilerdir. Haliyle benim hayalimde de öyleydiler.
Okula sevinçle, adeta bir kuş gibi havada süzülürmüşçesine giderdim. Yolda arkadaşlarımı görür, sen ne aldın? Ben bunu aldım gibisinden yol boyunca konuşurduk. Hepimizin aklındaki şey öğretmenimiz hediyeyi alınca ne diyecek? Nasıl mutlu olacak? gibi sorular olurdu.
Yıl boyunca bizimle üzülmüş, bizimle sevinmiş bu insanları anne ve babalarımızdan çok görüyorduk. Bizlere her zaman doğruyu öğretir, bizleri geleceğe hazırlıyorlardı. Bizlerse onların günü olan 24 Kasım’da çok küçük hediyeler alırdık. Evet, belki aldığımız hediyeler onların bize yaptıklarının bedeli değildi? ancak en küçük şeye bile o kadar mutlu oluyordular ki hiç unutamıyorum. Bunlardan birisini sizlere anlatayım…
Maddi durumumuz çok iyi değildi. İçimde bir burukluk vardı. 24 Kasım gelmişti ve öğretmenime hediye götüremeyecektim. Babam benim bu halimi görmüş, gitmiş 2 adet gül almış onu da gazete kağıdına sarmış elinden geldiğince süslemeye çalışmış ve yastığımın baş ucuna koymuş. Sabah gül kokularıyla uyandım. Hemen giyindim, yüzümde gülücüklerle koşa koşa okula gittim. Arkadaşlarımın hediyelerini gördüm, kimisi kol saati almış, kimisi bir elbise, kimisi pahalı kalemler almış ben ise sadece 2 adet gül verecektim. Herkes büyük bir mutlulukla hediyelerini veriyordu benim ise boynum bükük kalmıştı. Sıra bana geldi ve gülleri öğretmenime uzattım. Yüzüme baktı, gülümsedi ve ağzından şu cümleler döküldü: “Sevgiyle verilen her armağan küçük dahi olsa büyüktür.” Büyük bir sevinçle beni kucakladı, en çok benim hediyeme sevindi. Bende çok mutlu olmuştum.
Üzerinden neredeyse yarım asır geçti ama hala o sözler hala aklımdan çıkmıyor…