Söyleyeceklerimi gençlerin, çocukların bilmesi gerekir. Ne günlerden nasıl günlere geldik.
Ekmek yapmak için eşeklerin, atların üzerine buğday çuvalları yüklenip değirmene gidilirdi.
Şimdiki gibi elektrikli değirmen yok, sadece su değirmeni vardı. O da yaya olarak 3-4 saatlik yol. 15-20 km’lik yoldan sonra gidilir. En az bir gece değirmende yatılır. Buğdaylar öğütülürdü yani un yapılırdı. Değirmenci tandırda pağac denilen ekmek yapar yenilirdi. Pağac tuzsuz bir ekmek. O zamanın atasözü” değirmenden gelenlerden pağac umulur” sözü oradan gelme. Açıklarsak dışarıdan gelen biri köyden bir hediye bekler anlamında bir sözdür.
Unlar öğütüldükten sonra geriye dönüş başlar. Bir gidiş geliş 3 gün sürerdi. Değirmene en az iki eşekle gidilirdi.
Güzün bağ bozumu zamanında boş sandıklar eşeklere yüklenir. Bağda en az 3-4 kişiyle üzüm kesilir. Bir kısmı tablalara konur, Erzurum, Kars, Malatya, Muş, Bingöl gibi illere gönderilirdi. Bir kısmı da şire yapılırdı. Buna şire zamanında denirdi. Şire tepeleyen kişi üç ay teknede üzüm tepeler. Bastık, pekmez, sucuk yapılırdı. Çocukluğumdan hatırlıyorum. Balın kilosu iki buçuk lira, toz şeker 4 liraydı. Fiyatlar doğru yanlış diyenler olabilir. Şekerli çayı zenginler içer, orta halliler balla içer fakirlerde pekmezle içerdi. Buraya dikkat edin. O zamanın balı ise şimdiki aynen anzer balıdır. O zaman her şey tam doğaldı. İlaçlama yok, gübreleme yok, yalnız bitkilerde hayvan gübresi kullanılırdı. Bir adam ekin ektiği zaman ancak evinin bulgurunu, unluğunu çıkarırdı. Buğday satan fazla olmazdı. Aynı şekilde üzümde öyleydi. Ancak bağ çok olduğu için şireden çok üzüm satılırdı.
Çocukken elbiselerde mutlaka yamalık olurdu. Hatta her evde bir yamalık bohçası olurdu. Okullarda önlük sonradan çıktı. 5. sınıfta önlük giydim. Bir gün beyaz yakayı giydim. Boynumu kesti yakayı attım. Her çocuğun ayakkabısı yoktu. Birinci sınıfta kızlar fistan giymiş, ayakkabıları yoktu. Bir kısmı resim çekilirken fistanla ayaklarını örtmüş biçimde resimleri var. O resmi hâlâ saklıyorum.
Çocuk oyunları gece ve gündüz oyunları ayrı ayrıdır. Gece oyunları harar, kale gitti, saklambaç gibi. Gündüz oyunları Anergi, hoyuk, hınç gibi oyunlardı.
Anergi değnekle oynanır. Hoyuk üç taşla karşılıklı 6 kişiyle oynanır.
Hınç ise bilhassa gübrelik üzerinde değneklerin vurarak gübreye bastırılmasıyla oynanır. Çevre tertemizdi. Gübre dediğimiz davar gübresi ya da bitki artıklarıydı. Herkesin evinin önünde bu gübrelikten olurdu. Evde yemek yendikten sonra sofra gübreliğe silkelenirdi. Aşağıda ise kümes hayvanları bunları yerdi. Yani anlayacağınız hiçbir şey zayi(kayıp) olmazdı. Kemik artıklarını köpekler yerdi. Köpeksiz köy hiç olmazdı. Hatta Duman adlı bir köpek kurtlara saldırmış, kurtlar köpeği parçalamışlardı. O zamanın bilhassa sahipli köpeklerinin boynuna tok takılırdı.
Her evde buğday ekmeği olmazdı, arpa buğdayla karıştırılıp ekmek yapılır, ya da mısır, nohut ekmeği olurdu.
İşte yaşı 40’in altında olanlar Türkiye’nin nereden nereye geldiğini düşünsünler ve Allah’a şükretsinler kimse şikâyet etmesin.
21.12.21
Ali Dat