Muhafazakâr ve dindar olmanın bozulmayı önlemediğinin kanıtı; AKP iktidarının 21yıllık iktidarı döneminde yapılan yolsuzluklar, rüşvet ve hırsızlık iddialarının uluslararası raporlarda yer alması gösterilebilir. Bu raporlarda suç dosyalarının siyasi güç kullanılarak kapatılmasına da değinilmektedir. “Güç hırsının ve dünya nimetlerinin Üçüncü Halife Hz. Osman devrinde nasıl bozulmalara yol açtığı bilinmektedir.” 19. yüzyılda liberal filozof Lord Acton: “Güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar!” demektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, G20 Liderler Zirvesi'nde; "Bir tarafta 735 milyon kişi açlıkla mücadele ederken, diğer tarafta lüks, şatafat ve israf alıp başını gitmişse burada çok ciddi bir sorun var demektir. Sorunlarımızın sebebi kaynak kıtlığı değil, merhamet eksikliğidir"  dedi. Son derece doğru ve alabildiğine alkışlanacak bir tespit. Bunu diyen Kim? Bir zamanlar, “itibardan tasarruf olmaz” diyen Erdoğan…  “İtibardan tasarruf olmaz” demek; lüks, şatafat ve israfın alıp başını gitmesinin yolunu açmaktır.

AB, Japonya, ABD ve hatta Rusya’da yapılan uluslararası görüşmelerde sadelik göze çarparken, Türkiye’de, “Şatafat ve şaşaa, altın koltuklar ve ülkenin farklı yerlerinde inşa edilen lüks saraylar dikkatlerden kaçmamakta, Avrupa basını bunu alaycı bir dille eleştirmektedir.

Yöneticilerin camiye giderken bile konvoy oluşturmaları, yüzlerce araç, akrep ve helikopterlerin eşliğinde saatlerce trafik kesilmesi, çağdaş dünyada rastlanılan bir durum değildir. Uçakların ve lüks araçların sayısını saymaya bile gerek yok.  Japonya Cumhurbaşkanı yurt dışı gezilerine tarifeli uçakla giderken bizde bürokratların bile özel uçakla seyahat etmeleri, ‘’ itibarda tasarruf olmaz ‘’ anlayışına dayanmaktadır.

Özetle; bu gün ekonomide yaşamakta olduğumuz derin göçüğün ana nedenlerinden birisi de bütçeden yapılan  şatafat harcamalarıdır. Şimdi BAE ve Sudilerden borç para almak için takla üstüne takla attığımıza göre, şatafat itibar değil, itibarsızlık getirdi. “Hollanda Başbakanı Mark Rutte ofisine bisikletle gidiyor. Hollandalılar başbakanın mütevazılığı ile övünüyor.”

Gerçekten de ülkenin vatandaşı, her geçen gün fakirleşiyor, ekonomideki olumsuzluk bir türlü toparlanamıyor. TÜİK dahi, açlık sınırını 11 bin 525 TL; yoksulluk sınırını ise, yaklaşık 40 bin TL olarak açıkladı. Lakin devlette ve mutlu bir azınlıkta lüks, şatafat ve israf almış başını gidiyor. Özellikle Cumhurbaşkanın halkına örnek olması gerektiği ise, tartışılmaz bir gerçektir. Cumhurbaşkanı, vatandaşlarının yaşadığı açlığı ve yoksulluğu görmezden gelemez.

Ülkemizde sonradan görme, iktidar tarafından semirtilmiş mutlu bir azınlığın lüks, şatafat ve israfta sınır tanımadığını; en iyi eleştiren muhafazakâr yazar, Abdurrahman Dilipak oldu. Dilipak, bazı yazarlar gibi sorunu halının altına süpürmek veya tetikçilik yapma yerine öz eleştiriyi seçenlerden.

Sosyal medyada muhafazakâr kadın ve erkekler tarafından paylaşılan 'parti' görüntülerinin ardından, yazar Abdurrahman Dilipak’ın dört sene önce yazdığı yazı sosyal medyada tekrar gündeme oturdu.

Yayınlandığı zaman AKP, “kadınlara karşı medeni olmayan dil kullanılması çok ayıptır ve cehalettir” diyerek tepki göstermiş, Dilipak’ın yazısını bir özeleştiri olarak kabul etmemişti.

“Farklı fikirler, ancak medeni ortamda tartışılabilir. Medeni olmayan bir iklimde farklı fikirler yaşamaz. Gerçekten de kadınlara karşı medeni olmayan dil kullanılması cehalettir.” Ancak AKP; her fırsatta kendisi gibi düşünmeyen kadınlara” aşağılık, sürtük, namussuz” vs. kelimeleri kullanacak ama kendi cenahındaki kadınların yaptıkları rezaletlere karşı yapılan özeleştiriyi bile kabul etmeyecek…Çifte standart değil mi?

Kim olursa olsun, hangi fikri benimserse benimsesin, yaşama tercihi ne olursa olsun, kadına dönük sözel şiddet kullanmak… Kadınların insanlıklarına, şahsiyetlerine, namuslarına saldırmak, utanılması gereken bir barbarlıktır. Hemşerim, bozkırın tezenesi Neşet Ertaş, “Kadınlar insandır, biz de insanoğluyuz…” demiştir.

Köşe yazısında Dilipak; “ANAP'ı o ‘Papatyalar’, o ‘Lale Devri çocukları’ bitirdi. AK Partiyi de bu Erguvani AKP'nin ‘Papatyaları'(!) bitirecek bu gidişle…” ifadelerini kullanmış, İstanbul Sözleşmesi nedeni ile KADEM ve Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Başkanı Fatma Şahin’i hedef almıştı.

Ve “Alo Fatih…” devreye girdi. Her ne kadar Dilipak, kendi isteği ile ayrıldığını söylese de 1 Eylül 2022 de Akit gazetesinde ayrılmak zorunda bırakıldı. Veda yazısında; “Ayaktayım ve yürümeye devam ediyorum. Kulağı olanlara söyleyecek sözlerim var daha. Sözü olanlara verecek kulağım var. Hak namına halk için ne yapabileceksem buralardayım. Dünya iki kapılı bir handır. Ben zaten ömrümün son baharında bir faniyim. Dileğim Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olmaktır. Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olmaya çalıştım” diyordu.

Abdurrahman Dilipak’ın iktidar cenahında oldukça tepki çeken, muhalifler tarafından, “mutlaka sonuna kadar okuyun…” diye sosyal medyadan paylaşılan yazıyı aynı şekilde takdirlerinize sunuyorum.

 

Yirmi Yılın İslami Özeti...İslami Jet Sosyeteler.
“Fuhuş, uyuşturucu, marka ve lüks tutkusu derken, bizim ‘modern muhafazakarların' geldiği nokta, dudaklarınızı uçuklatacak hale geldi. Su geçiren oje, abdeste mâni olmayan rujlarımız var artık. Helal likör, helal bira, helal şampanyalarımız var. Yakında helal etiketli rakı da çıkaracaklar.
Hani biz başkalarına benzemeyecektik? Siyasilerimiz, bürokrasimiz, ahlak zafiyeti içinde. Bebeğin cinsiyetini tahmin partisi diye bir parti duydunuz mu siz? Bizimkilerde var. After umre party var.
Eskiden hac ve umreden dönenlerin evinde tebrik ziyaretleri olurdu, tebriğe gelenlere tesbih ve seccade hediye edilirdi, ama bu işin bir adabı olurdu. Rock müzik eşliğinde zikir party ‘si bile var artık. Yatlarda happy birthday party gibi rezaletler de var. Hepsi tesettürlü tabii!
Ramazan iftarını party'e dönüştürenler var, şatafat, müzik, kadınlı erkekli rengârenk giysiler içinde semazenlerle başlıyor. Baby shower party çıkmış. Bekarlığa veda partisi adı altında fuhşa özendirenler bile var. Tesettürlü ama, lüks, israf, ne istersen var. Artık bu işler için ajanslar var, altın kaplamalı pasta sunumlarına kadar, Körfez ülkelerindeki rezillikleri aratmayacak her şey var.
Haram para cüzdanda durduğu gibi durmuyor. Bu işlerin içinde siyasilerin, bürokratların yakınları, karıları var. Bunlar biliniyor. Yat partilerinde konken oynayan tesettürlü hanımlar var. Başörtüsü başörtüsü olmaktan çıktı, aksesuara dönüştü. Namazı spor, orucu diyet niyetine dönüştürmüşler. Hac da turizm olmuş. Zaten adı şimdiden belli, hac ve umre turizmi. Kurban da kebap bayramı olunca, bu iş tamam.
Sakal bırak, başörtüsü tak, sonra onlar ne yapıyorsa aynısını yap. Seremoni, ritual, ikonalar, hepsi aynı. Gay dergâhlarına az kaldı. Aşağılık kompleksi bizi mahvediyor. Sadece makam sahiplerinin değil, her seviyenin ayağı kayıyor. Yakında piercingli, tattolu imamlar görürsünüz.
Kimileri Lale Devri sosyetesinin yaptıklarını Osmanlı zannediyor, kimileri mevlitleri bile party'lere dönüştürüyor. Artık ilahiyatlarda bile namaz kılanlar yüzde 50’nin altına düşmüş.

İnandığımız gibi yaşamayınca, yaşadığımız gibi inanmaya başla.”

Dilipak’ı, laik ve yaşam tarzları farklı olan kadınlara yazdığı yazılar nedeni ile yere göğe sığdıramayanlar… Sıra kendilerine gelince aforoz ediyor.

Sizi gidi ikiyüzlüler sizi…