Ey Mabud derya içre ab-ı hayat viresün sükutla
Ey eyleyesün figan-ı bihaber-i derya zuhurla

Papa II. Pius tarafından Hıristiyan olma davetini ihtiva eden bir mektubun, Fatih Sultan Mehmet’e gönderildiği ve karşılık olarak da Papa II. Pius’un sünnet olmasını talep eden bir cevabın alındığına dair bir anekdot günümüzde çokça zikredilme birlikte işin aslı yukarıda özet geçtiğimiz anekdottaki gibi olmadığından, Batı literatüründe adı Epistola ad Mahomatem II olan o meşhur mektubun gerçekliğine bir bakış atmamız gerekmektedir.

Bundan önceki Fatih Sultan Mehmet yazılarında, Türk tarihinin en büyük isminin icraatlarına ve ideallerine zaman zaman değindiğimiz için aynı konulara tekrar girmekten imtina edip 1453 sonrası süreci daha başka bir açıdan inceleyeceğiz.

Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u ele geçirdikten sonra başlattığı imar faaliyetleri yanında, II. Gennadaios’u patrik olarak atamasıyla da Konstantinopolis’in IV. Haçlı Seferinden beri süregelen acınası düşüşüne engel olacak ve gerek kendisi gerekse de onun neslinden gelenler şehri, eski görkemli günlerine tekrar kavuşturmaya çalışacaktır. Ne var ki Gennadious’un patrik olarak atanması alelade bir karardan ziyade son derece siyasi bir manevradır. Zira II. Gennadaious 1439 Floransa Konsili neticesinde alınan kararlardan olan, Katoliklik ile Ortodoksluk arasındaki ayrılığı yani Şizma’yı sona erdirip birleşmeyi ve Ortodoks Kilisesine karşı Katolik Kilisesinin üstünlüğü kabul etmeyi reddeden geleneksel bir Doğu Romalıdır ve halkın desteği de arkasındadır. Hıristiyan dünyası için çok büyük bir şanssızlıktır ki, Ortodoks ve Katolikliğin birleşmesi yönünde alınan karar halkın direnişi sebebiyle bir türlü uygulanamamış ve Fatih’in Konstantinopolis’i ele geçirmesi üzerine ebediyen rafa kalkmıştır.

Daha papa olmadan önceki dönemlerde bile Konstantinopolis üzerine bir Haçlı Seferi düzenlenerek Türklerin Avrupa’dan kovulmasını savunan Silvius Piccolomini 1458’de Papalık tacını giyip II. Pius adını aldıktan sonra, tüm Avrupa liderlerinin davet edildiği bir kongreyi Mantua’da toparlayarak yeni bir Haçlı Seferi başlatmak istemiş ve fakat bu isteği tasarıdan öteye geçemeyerek cevap bulamamıştır. Konstantinopolis’in Türkler tarafından ele geçirilmesinden o yana süren 8 yılda hayati önemi haiz Haçlı Seferi çağrısı iki kez yapılmış ve ikisinin sonucunda da hüsrana uğranılmıştır. II. Pius artık anlamıştır ki Hıristiyanlık eski günlerinde değildir, Papa ve Kutsal Roma Cermen İmparatoru bile Avrupa’yı harekete geçirmekte kifayetsiz olmakla birlikte daha fenası ise ilahi olarak kabul edilen Respublica Christiana en azılı düşmanının karşısında bile harekete geçmeyi reddederek tükenmenin eşiğine gelmiş vaziyettedir ve derhal tüm Hıristiyanların itaat edeceği bir liderin sağladığı yeni bir dinamizm gerekmektedir.

Motivasyonunu değiştiren ve Katolik Kilisesinin yetkisini azaltmayı hedefleyen çevrelere karşı giriştiği mücadele sebebiyle Haçlı Seferi çağrısından da vazgeçen II. Pius, 1461 tarihinde ünlü Epistola ad Mahomatem II isimli mektubunu kaleme alır. Mektup hayli uzun olmasına rağmen siyasi olarak önem taşıyan yerleri başlangıç kısmıdır, zira mektubun sonraki bölümleri Hıristiyanlığın İslamiyet’e karşı teolojik olarak üstünlüğüne vurgu yapma niyetiyle yazılmıştır.

Mektubun ilk bölümlerinde Fatih’in yapmayı tasarladığı İtalya Seferi için bazı ikazlar bulunmaktadır, İtalya’daki bazı güruhların Fatih’e verdiği destekten haberdar olan II. Pius Fatih’i hainlerin aldatmacalarına karşı uyarır ve İtalya’nın göründüğünden daha kuvvetli olduğunu ve İtalya’ya ayak bastığı anda tüm Hıristiyanların birleşerek Fatih’e karşı koyacağını söyleyerek Avrupa ülkelerinin güçlü özellikleri hakkında nutuk atmaktadır.

Aynı bölümde Balkanlarda seksen yıldır Osmanlılara karşı koymayı başarabilen Macaristan’ın beş sene önce Belgrad önlerinde Fatih’i bozguna uğratıp ölümcül şekilde yaraladığı hatırlatılarak, daha Macaristan’ı mağlup edemeyen bir Osmanlı’nın tüm Avrupa’yı nasıl mağlup edebileceği alaycı şekilde sorgulanmaktadır. Talihin bir cilvesidir ki mektuptan yetmiş sene sonra Macaristan’ı bir meydan muharebesinde yenen Osmanlılar, ilerleyen yıllarda da tüm Avrupa’yı tek bir adamın liderliği altında karşılarında birleşmiş olarak bulmalarına rağmen üstünlüklerini muhafaza etmeyi bileceklerdir.

Fatih’in İtalya ve Avrupa’yı siyasi olarak ele geçirmesinin yolunun askeri tekniklerden geçmediğini belirten II. Pius, mektubun devamında Fatih için inanılmaz bir teklifte bulunarak vaftiz olmasını tavsiye ederek İslamiyet’i reddetmesini ve Ortodoks Hıristiyanlığını muhafaza etmekten vazgeçip 1439 Floransa Konsili kararlarını uygulamasını istemektedir.

Vaftiz olması halinde Fatih’in fiilen elinde bulundurduğu Roma İmparatoru unvanı için meşru olarak hak iddia edebileceğini ve her iki alemde de huzur bulacağını iddia eden II. Pius, Fatih’in dinini değiştirmekten korkmamasını zira sarayındaki Hıristiyan kökenli devşirmelerin ve Osmanlı ülkesinin her tarafına yayılmış Hıristiyan tebaasının onu muhafaza edeceğini belirtmektedir. İlaveten Büyük Konstantin’in vaftiz olmayı kabul ettikten sonra pagan inancına sahip olan halkının çoğunun da onunla birlikte vaftiz olmasını hatırlatarak Müslüman tebaanın da Fatih’in izinden gideceğini yazan II. Pius, Fatih’in vaftiz olması halinde Avrupalı tüm hükümdarlardan daha güçlü olacağını ve meşru imparator olarak hepsine hükmedebileceğini de ileri sürmektedir. Ne var ki mektubun özellikle bu kısmı, Haçlı Seferi çağrısına cevap vermeyen Avrupa hükümdarlarına nispet yaparcasına bir uyarı şeklinde kaleme alınmış ve Osmanlı tehdidinin her şekilde var olacağı hatırlatılmak istenmektedir.

Mektubun sonraki aşamalarında İslamiyet’in teolojik ve siyasi sistematiği övülüp diğer dinlere göre daha iyi bir pozisyonda olduğu kabul edilmiş olmasına rağmen, İslamiyet’in bile Hıristiyanlığın hakiki ışığı yanında şeytani kaldığı vurgulanarak teolojik tartışmalara geçilmiştir ki, ilgili tartışmalar Sultan Orhan zamanından beri var olup Osmanlıları Hıristiyanlığa kazandırmak için kullanılagelmiştir. Hatta bir başka Hıristiyanlık daveti içerir mektupsa, 1179 gibi çok erken bir tarihte Papa III. Alexander tarafından Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan’a gönderilmiştir.

Papa II. Pius’un yazdığı mektubun kapanışında ise Fatih övülerek Hıristiyan olması dilenmiş ve İskit kökenli Türklerin, Roma’nın namzedi olabileceği belirtilerek mektuba son verilmiştir.

Mamafih mektup Fatih’e asla gönderilmeyip Kütüphanesinde muhafaza edilmiştir. Ayrıca belirtmemiz gerekmektedir ki, mektup üstüne yapılan son incelemeler ve dönem eserleri dikkate alındığında ise dikkate değer bir görüş olarak, mektubun zaten Fatih’e gönderilmekten ziyade retorik bir deneme olarak kaleme alındığı savunulabilir gözükmekle birlikte kayserlerin altın tahtında oturan Fatih Sultan Mehmet’in iş bu mektup kendisine ulaştıktan sonra vereceği tepki ne olurdu, insan düşünmeden edemiyor.