Gerek kamu görevi gerek özel sektör gerekse sivil toplum kuruluşlarında yöneticiliğim esnasında başıma ne geldi ise dilimden geldi. Bir türlü nabza göre şerbet veremedim. Hep “Doğrucu Davut” olmaya çalışarak, “Kral Çıplak” demeyi yeğledim. Lakin içerisinde yaşadığımız toplumda, doğru ve hoşa gitmeyen şeylerin söylenmesi pek rağbet görmüyor. Doğru toplum olabilseydik, “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” diye bir atasözümüz olmazdı.
Siyasette, ticarette ve sosyal hayatta toplum iyiye doğru gitmeyen bir yol izliyor. Yalan olduğunu bile bile yalan söyleyen siyasetçiyi alkışlıyor, oy veriyor. Hile yapan, bey-tül mala el uzatan iş adamına çıkarı için rağbet ediyor. Toplumda çıkarını her şeyin üstünde tutan şaklabanlara prim veriyor, sosyal hayatta söz sahibi olmasına imkân tanıyor.
Lafa geldi mi hak, hukuk ve adaletten bahsedenler, salkım söğüt gibi haklının yanında değil, gücün ve muktedirlerin yanında yer alıyor. Cebinde 10 TL olmayan gariban; milyar dolarlarla oynayan, saraylarda köşklerde yaşayan insanları elleri patlarcasına alkışlıyor. Uzmanlar bunu “sürü psikolojisi…” olarak açıklıyor.
Bu hafta biraz yoğundum, yazımı yetiştirme gayreti içerisinde iken, İzmir’den Hayrullah Sorkun, “Kral Çıplak I” isimli kitabımın 298 sayfasının resmini çekmiş, altına da bir mesaj yazarak bana göndermiş. “2019 yılında yazılan bir yazının kelimesine bile dokunmadan günümüzde de güncel olması ne garip! 4 yılda hiç değişmeyen bir toplum…”
Kitabı raftan indirdim, 07.01.1919 tarihli yazıyı tekrar okudum. Bizim mahallede değişen bir şey yok. “Aynı tas, aynı hamam…” Bir toplumun değişime, gelişime ve dönüşüme sürekli ihtiyacı vardır. Değişmeyen tek şey değişmektir. “İki günü eşit olan zarardadır” diyen bir peygamberin ümmeti; değişmiyor, değişime direniyor.
Bahse konu yazıyı noktasına virgülüne bile dokunmadan tekrar yayımlıyorum. İnşallah yararlı olur. Mehmet Akif’in dediği gibi;
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
Tarih’i «tekerrür» diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Derdi Millet Olanın Davası Hizmettir
Toplumda haklının ve doğrunun yanında değil de güçlünün yanında yer alma gibi bir eğilim var. Haklı mısın, doğru şeyleri konuşup yazıyor musun? Hiçbir önemi yok. Güç kimde ise yönelim inanmadığı ve güvenmediği halde oraya oluyor.
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu, “İnanmadığım bir davada milyonların önünde yürümektense, inandığım bir davada tek başıma yürümeyi tercih ederim.” derdi. Çünkü derdi millet, davası hizmetti. Günümüzde insanlar gerçeği pek aramıyor. Tüm ilişkiler çıkar üzerine kurulu. Kimi korkudan ses çıkaramıyor.
“Hak gelince batıl zail olur.” Yıllardır buna inandık ama ne hak geldi ne de batıl zail oldu. Batılın yok olması için hakkın yanında durmak gerekir. Ve de adaletin. Hak varken güçlüden yana olmak ikiyüzlülük ve çürümüşlüktür. Toplumu bataklığın dibine sürükler.
Halkı sömüren ve semiren güçler daha da güçlü olurken, toplum zayıf ve ürkek hâle geldi. Sindi ve sindirildi. “Hak gelir batıl zail olur” anlayışında olduğuna inandıklarımız tarafından iğfal edildik!
Bütün bu olanlar bu ülkeye sevdalı insanları yıldırmaz, bilakis hırslandırır. “Kırbacı yiyen at” misali… Yapılanlara ve dost bildiklerine inat, haklı ve doğru diye iki bina inşa edeceksin gönül dünyanda. Bunlar insanı yüceltir, makam ve para değil.
Sevgi ve adalet… Haklının ve mazlumun yanında olmak, Türk milletinin mayasında vardır. Milletin fabrika ayarları ile oynayarak bu algıyı bozmaya çalışıyorlar. Türk Milleti özgürlüğüne düşkündür, yoksa asırlar boyu nasıl ayakta kalınır, medeniyetler kurabilirdi?
Düşünce ve vicdan hürriyetine vurulan prangalar insanı köleleştirir. Hatta “mankurt” hâle getirir. Hür bireyler, hür toplumları; hür toplumlar, medeniyetleri meydana getirir. Bunu söyler, bunu yazarız. Bırakın insanlar konuşsun! Fikirlerini beğenmeseniz de tahammül gösterin. Rahatlarsınız.
Yönetenlerin en büyük mücadelesi nefisleri ile olmalıdır. “Kendin için istemediğini, başkası için isteme…” Bu olmadığı sürece barış ve sükûn sağlanmaz. Toplumu gerer. Doğruyu ve haklıyı arayanlar asla para ve makama bakmaz ve bakmamalıdır. Çoğunluğun gücüne de… Dava adamları, rüzgâra göre yelken açmaz. Ve çıkar için “kaybetme pahasına” zikzak çizmez, aldatmaz.
İnsanların yanlışı alkışlaması her şeye “şak şak” yapması, gördüklerinde el üstünde tutması, göz boyamadır ve bir değeri yoktur. Düşmeye gör.
Biz bu filmi daha önceleri çok seyrettik. Mevki makam elden gidince, Konyaaltı Sahili’nde yalnız yürüyen insanlar vardır. Selamı bile alınmayan... Bir yere gelince de tekrar etrafına üşüşülen. Loş ışıklarda tekrar tekrar öpülen…
“Kendi düşen ağlamaz.” “Ben nerde hata yaptım” diye sorgulaması gerekirken, hâlâ ayıkmayan ve güç zehirlenmesi yaşayan yöneticiler tanıdım. Şimdilerde sessizliğe bürünen ve görev beklentisi içerisinde, hayal âleminde yaşamını sürdüren… Doğru ve hakkı tutan insan için değişen bir şey olmaz. O ne
İstikametinden şaşar ne de haddini aşar.
Yeni bir seçime gidiyoruz. Yerel yöneticileri seçeceğiz. İhtiyaç duyulan şey, kin ve öfke değildir. Birlik ve beraberliktir. Sevgi ve hoşgörüdür. Haktır, hukuktur ve adalettir. “Bugünün zifiri karanlığında kokuşmuş olan siyaset bu ışığa hasrettir...” Bir gün sevgiden, kibir ve gururdan arınmadan bahseden siyaset… Ertesi gün öfke ve düşmanlık saçmaktadır. Beyni uyuşmuş kitleler iki söylemi de alkışlamaktadır.
Bu ne yaman bir çelişkidir! Amaç millete hizmet olduğuna göre; önce memleket, önce insan, önce milletin bekası ve refahı denmelidir.
“Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur.” Davası olana hizmet aşkı yeter. Başka bir deyişle, “Derdi millet olanın davası hizmettir.” Hizmet aşkı olanın da projeleri olur. İnsanları aşağılamadan, ötekileştirmeden… Gerisi boş laftır, laf ebeliğidir. 7.01.2019