"Hindistan'da filleri evcilleştirmek için ilginç bir yöntem kullanılırmış. 

Orman zeminine, filin içine düşebileceği büyüklükte bir çukur kazılır ve üzeri dallarla örtülür. 

Yavru fil gelip dallara bastığında çukurun içine düşer. 

Fil, çukurdan çıkmaya çabalar ama başaramaz, takatsiz kalır, kurtulma ümidi kaybolur, hayatına dair müthiş bir korkuya kapılır, çaresizce bir mucize kurtuluş yolu veya ecelini beklemeye başlar.

Fil avcıları yüzlerini de kapatan tümüyle simsiyah giysiler içinde, ellerinde sopalarla gelip fili şiddetli bir şekilde döver, yara bere içinde bırakırlar.

Hayvan, yediği sopaların ve yaralarının verdiği acıdan ve çukura düşmesi nedeniyle yaşadığı korkudan dolayı, hayatında görmediği bir bunalım ve ruhi çöküntü yaşar, birkaç saat içinde...

Sonra aynı avcılar, ağaçların arkasına gider ve üzerlerindeki, siyah elbiseleri tümüyle çıkarıp, baştan aşağı beyaz elbiselerle ve ellerinde çeşit çeşit yiyecek ve meyve sepetleriyle geri gelirler. 

File şefkatle yaklaşır, onu besler, yaralarına pansuman yapar, okşayıp sever, güzel sözler söyler ve onu düştüğü çukurdan çıkarırlar. Fil bu, beyaz giysili kurtarıcıların kendisine gösterdiği karşılıksız sevgi ve ilgiden dolayı o kadar minnettar kalır ki o andan itibaren ömür boyu onların gönüllü kölesi olur, her istediklerini yapar ve asla sözlerinden çıkmaz.

Onların kendisini az önce tuzağa düşüren, bunalıma sürükleyen ve döven siyah giysili adamlar olabileceği aklına dahi gelmez.."

Bu ibretlik hikayeler de olmasa yazacak, anlatacak, örnekleyecek mecalimizin  kalmadığını görüyoruz.

Maalesef sistem insanımızı file benzetti, her konuda 3-5 yapıya mahkum bir toplum olduk.

Onlarca takım için de 3-4 büyük takım, bazen 3 bazen 5 siyasi parti, 5-6 tv kanalı, 3-5 STK onlarca alternatif olmasına rağmen biz bize dayatılan yapılara mahkum devam ediyoruz hayata.

Bazen tuttuğumuz takımın yenilgisini hazmedemediğimiz gibi oy verdiğimiz partinin, mensubu olduğumuz STK'nın  başarısızlıklarını savunuyor, beceriksizliklerini, anti demokrat yapılarını görmemezlikten geliyoruz, bazen öyle savunuyor öyle efsaneler yaratıyoruz ki akıllara zarar. 

Sosyolojide ki öğrenilmiş çaresizliği hepimiz biliyor görüyor, yaşıyoruz, geçmiş deneyimlere dayanarak içinde bulunduğumuz durumdan olumsuz bir sonuç çıkacağını kabullenme durumundan kendimizi kurtaramıyoruz,

Mevcut halimizi, geçmiş deneyimlerinde sürekli olarak olumsuz geri bildirim almış kişilerle doldurulmuş toplumun,  buna bağlı olarak gelişmiş kökten bir kabulleniş, değişimden, değişmekten korkan insanlar topluluğu  olarak da tarif edebiliriz.

Bu durumun sonucudur ki arpa boyu yol alamıyoruz, ölümü görüp hep sıtmaya razı oluyoruz, bu  anlayışımızın  ve tercihlerimizin sadece kendimizi değil herkesi etkilediği hususunda empati yapabilirsek sanırım daha sağlıklı ve sorumlu kararlar vermiş oluruz.

Sonuçları hoşumuza gider gitmez siyasi seçimleri atlattık, bir çoğumuz sonuçların sonuçlarını biliyordu ama ekonominin bu kadar kötüye gideceğini bırakın bilmek tahmin bile edemiyordu.

Hayat pahalılığı alıp başını giderken ülkenin ekonomik şartları ortadayken ülkeyi yönetenlerin yapması gereken en acil şey  enflasyonu frenlemek vatandaşın alım gücünü artırmak.

İşçi sendikaları toplu sözleşmeleri öncesi bir araya gelip ortak hareket edebiliyor, sonucunda da hatrı sayılır kazanımlara imza atıyorlar.

Bir hafta sonra milyonlarca memur ve memur emeklisi için yetkili sendikalar Toplu Sözleşme Masasına oturacak, Sendikal hareketi bitirme aşamasına gelen sendika aidatı ile ayakta duran sendikaların yetkilileri filleri eğiten siyah siyah giysili adamlar pozisyonuna düşmek istemiyorlarsa bu son şansı iyi değerlendirmeli. 

Memuru ve emekliyi enflasyon zammı ile kandırmasınlar. Bu defa hangi renk elbise giyerlerse giyinsinler eşkallerini biliyoruz.

Saha ya çıkmak için  kostüm değiştirmelerine gerek kalmasın, temsil ettikleri kitleleri hayal kırıklığına uğratmadan TUİK verilerine kurban etmeyip  adam gibi temsil etsinler yeter.

Onca olumlu olumsuz mevzu varken uzun süre yazmayınca biraz fazla karamsar şeyler çıkıyor ortaya o yüzden yazmaya fazla ara vermemek, hayattan da umutlu olmak lazım.

GAZİANTEP DIŞARIDAN NASIL GÖRÜNÜYOR?

22 yıl gibi uzun bir süre ömür geçirdiğiniz bir şehirden ayrılsanız da öyle hemen kopamıyorsunuz, bazen neydi vazgeçemediğin bunca yıl diye soruyorum kendime elbette o şehri güzelleştiren güzel insanlar değerli dostlar ve acısıyla tatlısıyla yaşanmışlıklardı.

Gaziantep bundan 10-12 yıl öncesine kadar zengin fakir herkesin yaşam mücadelesi verdiği her kesimden insanın kendini geçindirebildiği ülkemizde ki gariban insanların yaşayabildiği 3-5 şehirden biriydi.

Suriye savaşında yaşanan yoğun göç, gastronomi sonrası bu özelliğini kaybetti.

Kiralarla başlayan doyumsuzluk esnafından iş adamına kadar her kesime sirayet etti.

Gelinen noktada herkesin ve her kesimin gönül rahatlığı ile yaşayabileceği şehir özelliği devam ededursun. Sivas’tan bakınca abartılı kalabalık ve gerçekten yaşanası zor bir şehir.

Sıcak hava için yapabilecek çok bir şey yok, kalabalık yapıyı kendi lehine çeviren Gaziantep’li festivalleri, birlik beraberlik ve dayanışma örnekleri ile dışarıdan gıpta ile izleniyor.

4-5-6 Ağustosta 7.’si yapılacak olan Hemşeri Dernekleri Festivali ile gözlerin çevrildiği şehir oldu.

Tüm eleştirilere ve yaşanan talihsizliklere rağmen Büyükşehir Belediye Başkanı Sn. Fatma ŞAHİN ve ekibi iyi işler çıkarıyor.

Geçen yıl 50’den fazla dernek katılmıştı inşallah bunda daha fazla katılım olur.

Kısmet olursa Gaziantep Sivaslılar Derneğini yalnız bırakmamak için Sivas Yıldızeli Bedel Köyü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği olarak orada olacağız.

Bu vesile dostlarla karşılaşıp hasret gidermeyi umut ediyoruz.

ÇARESİZ ÖĞRENDİK AMA ÇARESİZ DEĞİLİZ ! - Baler Fidan