Türkiye’de ana akım siyaset, milliyetçi-muhafazakâr eksenlidir. Her geçen gün dünyada ve Türkiye’de milliyetçilik akımları giderek güçleniyor. Ana Muhalefet Partisi CHP ve siyasal İslamcı partiler bile oy uğruna; bırakın milliyetçi ilkelere karşı olmayı, daha fazla milliyetçi görünmek için gayret gösteriyor.

İYİ Parti, MHP ve Zafer Partisi gibi partiler, milliyetçi ilke ve değerleri benimsediğini net olarak ifade ediyor. Lakin aralarında esasta bir fark olmasa da tutulan yol ve stratejilerde farklılıklar var. Türk milliyetçilerini, görünmez bir el kurduğu oyunlarla darmadağın etti. Türk milliyetçileri iki kutuplu siyasete yeni bir alan açmaları gerekirken, birbirine düşürüldü. Kim kiminle yürüyor belli değil.

“Kimse bizim karşımıza Türklük ile çıkmasın! Her türlü milliyetçiliği ayakları altına almış bir iktidarız”  diyen, millet yerine “Ümmet ve Hilafet” anlayışı ile yetişmiş ve bu fikirlerini iktidara taşımış bir kadronun, milliyetçiliği inandırıcı olabilir mi?

Ya da her türlü radikal solu bünyesinde barındıran, KOBANİ eylemcilerini belediye başkanı adayı göstermekten çekinmeyen, ulusalcı-milliyetçi kadroları bünyesinde temizleyen, radikal Kürtçü DEM ile açıkça flört eden bir parti; söylemlerinde milliyetçilik izlerine rastlansa bile; samimi olarak milliyetçiliği benimseyebilir mi?

Ancak bir kitlenin ya da bir partinin yerelde bir aday üzerinde uzlaşması ya da oy desteği vermesi demokrasilerde normal karşılanabilir. Zira demokrasilerde herkes dilediği yere özgür iradesi ile oy verir. Sana oy verirse “vatansever”, muhalefete oy verirse “terörist” olmaz.

Terörist ise ivedilikle gereğini yapacaksın!

Düşüncelere pranga vurulamaz. Terör ve şiddet içermediği sürece her türlü fikir ve düşünceye açık olmak, demokrasinin ve düşünce özgürlüğü gibi evrensel bir hakkın gereğidir. Lakin isyanımız; şartlara göre bukalemun gibi renk değiştirmeye, ilke ve değerleri çiğnemeye, din ve milli değerleri istismar etmeyedir. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun dediği gibi, “Bir saniyesine bile hükmedemediğimiz bir dünya için bu kadar fırıldak olmaya gerek yok." Siz “Hilafet” derseniz, birileri de çıkar “Cumhuriyet” der. Hem Hilafet isteklerine sessiz kalacaksınız hem de Cumhuriyeti savunur gibi görüneceksiniz!

İşte bu olmaz.

Cumhuriyete bağlı, Atatürk ilke ve inkılaplarına inandığını iddia eden, milliyetçi bir partinin lideri; “Hilafet isteyen, şeriat sistemine inanan, Türkiye’yi “DARÜL HARP” gören, Hizbullah gibi bir “Dinci-Kürtçü” terör örgütünün siyasal uzantısı HÜDA-PAR gibi bir parti ile aynı safta dizilir mi?

Bir de Doğu Perinçek var, yazmaya bile değmez!

Türkiye siyasetinde iki alan boş bulunmaktadır. Biri milliyetçi-demokrat merkez sağ, diğeri ise gerçek anlamda sol bir siyasettir.  O nedenle iktidar; solda görülen boşluğu doldurmaması için CHP’ye sürekli ayar veriyor. Onu sürekli din ve milliyetçilik üzerinden vurmaya çalışıyor. Yani CHP’ye açıkça ayar veriyor.

Türkiye’de milyonlarca insan, baskıcı, tekleşmeye zorlayan, dini referansların egemen kılınmaya çalışıldığı, AKP-MHP rejimine karşıdır. Türk halkında Hilafete, ekonomik sıkıntılara ya da çevre kıyımına karşı itirazlar başlamıştır. Bu itirazların, normal şartlarda muhalefet partilerine oy olarak dönüşmesi gerekirdi.

Sol ve emekçi kesim CHP’ye, milliyetçi ve muhafazakâr kesim ise İYİ Partiye yönelmedi. Yani bu iki partinin birlikteliği iki tarafa da oy kazandırmadı. Başka bir deyişle, bu birliktelik; küçük bir mutlu azınlığın siyasi ve kişisel çıkarına hizmet etmekten başka bir işe yaramadı. Zira ne CHP ne de İYİ Parti’de bir oy artışı yaşanmadı.

Bu konuyu iktidar, muhalefetten önce gördü. Muhalefetin alanının daraltılması ve çerçevesinin çizilmesi iktidar için acil bir gerekliliğe dönüştü. Muhalefetin iktidara karşı yapılması ve bu yönde bir siyaset biçiminin yaygınlaştırılması gerekirken, “muhalefete karşı muhalefet” algısı oluştu.

Gelişmiş ülkelerde emekçilerin, çevrecilerin ve göçmenlerin oyları genelde sosyal demokrat ve yeşil partilere gider. CHP’nin kimliğini bulamamış olması, iktidarın; din ve milliyetçilik soslu yemekler ile fakir halkın karnını doyurması gerçeğini doğurdu.

Öyle olmasa, ayağında yırtık çorap ile sıvasız iki göz odada oturan vatandaşın; 55 milyon liraya aya turist astronot gönderilmesini ya da Ümmete yardım adı altında milyar dolarların yabancı ülkelere aktarılmasını coşku ve heyecanla alkışlaması mümkün olur muydu?

Adalet yok, iş yok, aş yok, gelecek yok!

Türkiye, bir türlü ekonomik ve siyasi istikrara kavuşamıyor. Zenginler daha zengin olurken dar ve orta gelirliler giderek yoksullaşıyor. İşçiler, köylüler, memurlar ve özellikle emekliler feryat ediyor. Kor halinde olan ateşin harlanması an meselesi.

Ateş harlanırsa herkes zarar görür. Buna rağmen iktidar, vatandaşın karşısına geçip rahatça oy istiyor, gelecek için vaatlerde bulunuyor. Sanki 20 yıldır ülkeyi başkaları idare ediyor! İşin aslına bakılırsa bazen kendi kendine muhalefet rolünü de üstleniyor.

“En iyi muhalefeti yaparsa AKP yapar” gibi hareket ediyor.

Türkiye, yaklaşık 10 yıldır iki kutuplu bir siyasete mahkûm edildi. Bir tarafta Erdoğan etrafında inşa edilen ve MHP tarafından kayıtsız şartsız desteklenen Türk tipi başkanlık rejimini destekleyenler, diğer tarafta ise buna karşı çıkanlar. Başka bir ifadeyle, bu iki kutup iki ana ittifak ortaya çıkardı. AKP ve MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı, diğeri de 6’lı masaya dönüşen Millet İttifakı.

Ve en nihayetinde muhalefetin büyük hataları sonucu kazanan yine Erdoğan oldu. Erdoğan, kemikleşmiş iki kutuplu siyasetin devam etmesini istiyor. Zira taraftarlarını başka türlü birleştiremez!

 

Türkiye’de tıkanmış ve saflaşmış siyasete İYİ Parti önemli bir yol açtı. Lakin yapılan hatalı politikalar ve yanlış kadro seçimi nedeni ile beklenen başarı yakalanmadı. Buna rağmen, Türk siyasetinin İYİ Parti’ye ihtiyacı vardır. Boşluk var dediğimiz milliyetçi-merkez sağ siyaset, İYİ Parti etrafında kenetlenmek durumundadır.

İktidarın en çok korktuğu konu “sol bir söylem” ve buna uygun bir çizgiyle toplumla buluşan bir CHP ile “milliyetçi -muhafazakâr-demokrat” çizgiye gelmiş, toplumun %, 70’lik kesimine hitap eden bir İYİ Parti ve buna bağlı güçlü bir liderliktir. Halkın istek ve beklentilerine cevap verebilecek örgütlü bir hareket ne yalnız kalır ne de kimsesiz.

Ve üstelik bu geminin yeniden yüzmesi için alternatif siyaset zorunludur. Alternatif siyaset hem iktidarı temkinli davranmaya iter hem de halkta umut doğurur.