Yaşadığım şehir Gaziantep’ten sevgiler. Son günlerde bayram öncesi Gaziantep halkının üstelik sadece Gaziantep halkının değil birçok vatandaşın severek tükettiği baklavaya zam haberini okudum. Seçim sonrası yine her şeye zam gelmeye başladı. İnsanların önce her akşam evlerinde buldukları yiyecekler artık ayda 1 sofralarına gelmeye başladı, hatta ayda 1 bile alamayan insanlar var. Enflasyon bu raddeye ulaşmışken sizlere sebep sonuç ilişkisine dair bir köşe yazısı hazırlamak istedim. Sebep tüketimin artması, sonucu ise hayat pahalılığı.
İnsanların yatırım, tüketim ve tasarrufa yönelik kararlarında dikkate almaya gerek duymadıkları ölçü de düşük bir enflasyon oranını ifade eden fiyat istikrarının sağlanamamasının bir ülkenin ekonomisine, siyasi ve sosyal yapısına verdiği zararın boyutları, ülkemizin ve diğer ülkelerin tecrübelerinde net bir şekilde görülmektedir.
Yakın geçmişte birçok politika yapıcı, ekonomik refah üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle enflasyonu bir numaralı halk düşmanı olarak nitelendirmiş ve enflasyonu düşürmenin öncelikli işleri olduğunun altını çizmiştir.
Enflasyonun maliyetleri sadece bireyler veya firmalar açısından değil, toplum ve ekonominin bütünü açısından da önem arz etmektedir. Enflasyonun en belirgin maliyeti, tüketicilerin ve yatırımcıların karar alma aşamasında görülmektedir. Yüksek enflasyon ortamı, ekonomik birimler açısından belirsizlik yaratarak alınacak kararları etkilemekte ve bireyleri tüketim ve yatırım konularında kararsızlığa itmektedir. Fiyatlarda yaşanan sürekli ve değişken artış, tüketicilerin farklı mal ve hizmetleri birbiriyle kıyaslamasını ve dolayısıyla alacağı ürünü seçmesini zorlaştırmaktadır. Bu durum tüketicilerin tüketimlerini sınırlamasına sebep olabilmektedir. Ayrıca, firmalar gelecek dönemdeki maliyetlerini ve kârlarını öngöremediklerinden yatırım yapma konusunda daha az istekli olmaktadır. Yatırımlar genellikle orta ve uzun vadeli olarak yapılmaktadır. Enflasyon ortamında fiyatlar sürekli artmakta, hatta fiyatların artış hızı farklı dönemlerde değişkenlik gösterebilmektedir. Yatırımlara ait giderlerin orta ve uzun vadede ödeneceği, yatırımlardan elde edilecek kârların ise kısa sürede elde edilemeyeceği düşünüldüğünde, firmaların söz konusu yatırımların başarılı olup olamayacağı konusunda hesap yapmaları zorlaşmaktadır. Örneğin, üretim için kullanılacak olan bazı makine, teçhizat ve ekipmanın yatırıma başlan- masından belirli bir süre sonra alınacak olması durumunda, söz konusu kalemlerin o dönemki maliyetinin ne olacağını hesaplamak kolay olmamaktadır. Benzer şekilde, yatırım projesinin tamamlanması sonrasında tüketiciye sunulacak mal ve hizmetin satış fiyatının ne olacağını doğru tahmin etmek de güçleşmektedir.
Finansal piyasalarda son dönemlerde ortaya çıkan gelişmeler, merkez bankalarının temel fonksiyonlarını etkilemiştir. Finansal piyasaların derinleşmesi, küreselleşme ve gelişen iletişim teknolojisine bağlı olarak bağımsız merkez bankalarına duyulan gereksinim artmış, şeffaf, açık ve hesap verebilir merkez bankalarının fiyat istikrarını sağlamakta başarılı olacakları genel olarak kabul görmüştür.
Bunun yanı sıra son dönemde yaşanan finansal krizler nedeniyle, fiyat istikrarı hedefinin gerçekleştirilmesi doğrultusunda “finansal istikrar” konusu merkez bankalarının para politikası gündemlerinin üst sıralarında yerini almaya başlamış ve fiyat istikrarı ile finansal istikrar hedeflerinin birbirlerinden ayrı düşünülemeyeceği görüşü giderek yaygınlaşmıştır.
Okuduğunuz bu sebep sonuç ilişkisine göre artık tüketen değil de üreten bir halk olmamızın zamanı gelmedi mi sizce de? Üretimi yaparken dışardan ihraç ettiğimiz ürünleri biz nasıl üretebiliriz, üretim için neler gerekli diye araştırma yapmalı ve bunun sonucunda tüketimi azaltıp üretici halk konumuna geçmeliyiz.