Ülke ekonomisi bozulunca, halk geçimini sağlamaktan zorlanır hale geldi. Yerel seçimler yaklaştıkça; patates, soğan, un, makarna gibi gıda yardımları da artacak. Çalışanlara Ulufe ve Cülus dağıtılacak.
Yeni kuşak bilmez, ulufe ve cülus nedir? Osmanlı döneminde İstanbul Adalet Meydanı’nın önünde toplanan yeniçerilere padişahın emri ile törenle maaş adı altında para dağıtılırdı. Ulufe adı verilen bu paralar üç ayda bir ödenirdi.
Cülus ise padişahın tahta çıkması sırasında ya da sefer sırasında dağıtılan bahşişe verilen isimdi. Cülus, Yeniçeri, topçu, Cebeci ve süvarilerden oluşan kapıkulu askerlerine ve memurlara verilirdi.
“Padişahım çok yaşa…” nidaları ile.
Memurlara, emeklilere ve işçilere ne kadar ulufe verilecek… Ne kadar cülus dağıtılacak, bilmiyoruz. CB Erdoğan, önüne gelen maaş artışlarına karar verecek tek kişi. Hak, hukuk ve adalet kavramlarına önem verilerek, ülkenin gelirleri adil paylaşılmadıkça bu süreç devam edecek. Halbuki, “hak verilmez alınır.” Yani ülke dinamikleri, kamuoyu baskısı oluşturarak hükümetten hak ettiğini ister ve alır. Verilmez ise bunu protesto yolları da vardır. Demokratik- hukuk devletlerinde…
Devlet vatandaşını açlığa ve yokluğa mahkûm etmemek için bütün olanaklarını seferber etmek zorundadır. Devletin verdiği hiçbir şey lütuf ya da iyilik değildir.
Halka merhametle yaklaşılması, yardıma ihtiyacı olanların iaşe bedellerinin ödenmesi sosyal devlet ilkesinin gereğidir. Lakin fakir insanlara acıyarak bakmak, gösterişe kaçmak ya da onları tembelliğe itecek yardımlara mahkûm etmek doğru bir yaklaşım değildir. Konfüçyüs’e atfedilen bir söz vardır: “Bir kişiye yardım etmek istiyorsan, ona balık verme, balık tutmayı öğret.” O zaman insanlar yapılan iyiliği hiçbir zaman unutmazlar.
Ülkemizde bir AVM çılgınlığı yaşanıyor. İnsanlar üretim toplumundan süratle tüketim toplumuna doğru kayıyor. Kredi kartı çılgınlığı ile halk, ihtiyacı olsun, olmasın eline geçeni satın alıyor. Zira istikrarlı bir büyüme sağlanamadı ve enflasyon canavarına dur diyecek bir babayiğit de çıkmadı.
Eti kasaptan, balığı balıkçıdan, ekmeği fırından, meyveyi sebzeyi manavdan alma alışkanlığımız bilinçli bir şekilde yok edildi. Büyük marketlerin size ihtiyacı yok ama küçük esnafın tamda bugün size ihtiyacı var. Tam da bugünler, bir çuval şekerin çok değerli olduğu günlerdir. Bir çuval şeker deyince aklıma bir hikâye geldi:
“Bundan 30 yıl kadar önce, Gaziantep’te helva üretip satan Ökkeş usta iflas eder. Elinde avucunda ne varsa yitirir. Alacaklarını tahsil edemez, işçilerini çıkarır, iş yerini kapatmak zorunda kalır. Ama bir yerlerden de tekrar başlaması gerekmektedir. Helvacı Ökkeş ustanın cebinde beş parası yoktur.
Kalkar, hiç tanımadığı şeker satan bir dükkâna gider. Kendisini tanıtır helva yapıp sattığını ama iflas ettiğini anlatır. Parası olmadığını ve iş yerinin tekrar üretim yapabilmesi için acil bir torba şekere ihtiyaç duyduğunu, ancak şeker parasını helvayı yapıp sattıktan sonra ödeyebileceğini söyler.
Şeker satıcısı Bahaddin usta, Ökkeş ustayı dikkatlice dinler, yerinden kalkar, yanında çalışanını çağırır. “Oğlum bir at arabası çağır, 20 torba şeker yükleyin, Ökkeş ustamın dükkânına indirin” der. Şekerci Bahattin usta küçük bir kâğıda da isim, adres belirtmeden, sadece” 20 torba şeker” yazar, kâğıdı Ökkeş ustaya uzatır, ardından da” Ökkeş usta sıkma canını! Sen şu şekeri al, kazanını kaynat, helvanı yap, sat!... Ne zaman elin rahatlarsa o zaman gel borcunu öde!” der.
Ökkeş usta şaşkındır, ne diyeceğini bilemez. Bir torba şeker derken, 20 torba şeker bulmuş olmanın heyecanını yaşar.
Hiç tanımadığı biri tarafından kendisine güvenilip 20 torba şeker verilmesi karşısında gözleri dolar, hıçkırıklara boğulur.
Ökkeş usta şekeri alır, iş yerine döner. Kısa sürede helva üretimine tekrar başlar. Yaptığı helvaları satar. Şeker borcunu ödeyecek parayı toparladığında Bahattin ustanın yanına gider. Bahattin usta güler yüzle, ayakta karşılar, çay kahve derken, parayı Bahattin ustaya uzatır;” Bahattin ustam Allah senden razı olsun, bizi tekrar ayağa kaldırdın, çark dönemeye başladı” dediğinde Bahattin usta; “Yok!... Kazanmanın sebebi ben değilim… Belki vesile olmuş olabilirim ama... Ne varsa sendendir “der, sonra da yanında çalışanlara; “Ökkeş ustama 30 torba şeker yükleyin” talimatını verir.
Ökkeş usta sözünde durmuş, borcunu ödemiş olmanın huzurunu duyarken,
Bahattin usta da karşısında işini tekrar kazanmış, sözünde duran birini görmenin bahtiyarlığını yaşar.”
Son yıllarda, “suyu bardakta üzümü çardakta” gören bir nesil türedi. Bu nesil, çalışmadan havadan para kazanmanın peşinde. Paranın nereden ve nasıl geldiğinin hiç önemi yok. “Helal haram ver Allah’ım, garip kulun yer Allah’ım’ anlayışıyla yaşıyor. İnsanlarımıza “beleş nasıl para kazanılır?” öğrettik ama helalinden çalışarak kazanmayı ve erdemli yaşamayı öğretemedik! Güya
Müslüman bir toplumuz!
Kendisini hükümete yakın göstermek için dindar gözüküp, altında son model arabalarla gezip, kat kat evlerde oturanlar, kendisi zekât dağıtmakla yükümlü olduğu halde sürekli cebini şişirenler, vergi kaçırarak ya da bütçeyi soyarak tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyenler…Siz koyu Müslümansınız ya…Sahi, o paraları nasıl yiyeceksiniz, çocuklarınıza nasıl yedireceksiniz. Bu para için kimlerle helalleşeceksiniz.
‘Bu para benim hakkım değil’ deyip geri verdiğiniz oldu mu?
Hiçbir samimi Müslüman yetimin, garip gurebanın hakkını yemez, yiyemez! Ecdadımız, bırakın yetim hakkı yemeyi son lokmasını düşmanıyla paylaşabilecek kadar erdemli kişilerdir. Dükkanında şeker almak için gelen müşteriyi, “ben siftah yaptım, komşum Hasan Efendi’den alın!” diyen Mehmet Efendiler, hiç tanımadığı birine iflas ettiği için senetsiz sepetsiz 20 torba şeker veren Bahaddin Ustalar, sözünü tutarak aldığını geri getiren Ökkeş Ustalar kaldı mı? Kalmaz! Toplumda ahlakı bitirdiler.
“Komşusu açken tok yatan ümmetimden değildir” diyen bir peygamberin ümmeti olduğunu sürekli söyleyenler sıra kendisine gelince yan çiziyor. Malının kırkta birinin zekatını vermek şöyle dursun, devletin kesesinden lüks ve şatafat içerisinde yaşıyor.
Halka sabır ve şükür telkin etmek yetmez! halkın dertleriyle dertlenmek, onlara helal kazancın yollarını açmak, iş kurmak ve meslek kazandırmak gerekir. Ekonomide, “kazan-kazan” formülü devreye mutlaka girmelidir. Deli Dumrul” misali kazanmayan veya iflas eden esnaftan hala vergi talep etmek ne kadar vicdani ne kadar doğrudur.