Özgür bir birey olamasaydık neler olurdu, ya da hiç umudumuz olmasaydı? Bu iki olgunun yaşamımızdaki yeri, varlığı ya da yokluğu hayatımızda neleri değiştirirdi?
Richard Bach tarafından yazılan ve tüm zamanların en çok okunan eserlerinden biri olan Martı/Jonathan Livingston romanı, işte okuyucuya bu soruları sorduruyor ve okuyucuyu keyifli bir düşünsel yolculuğa çıkarıyor.
Martı/Jonathan Livingston’u, bir insanın düşünmekten ziyade, martı metaforu üzerinden eylem aşamasına geçmesini ve özgürlüğe doğru kanat çırpıp uçmasını temel alan ve felsefi bir alt metni olan bir düşünce kitabı olarak değerlendirmek mümkün.
Romanda yer alan üç bölüm, bir insanın kişisel gelişim evresindeki üç keşfe karşılık geliyor. Bu evreler,
1. Kendiliğin Keşfi yani "Farkındalık Aşaması"
2. Bireyselliğin Keşfi yani "Kümeden Ayrılma Aşaması"
3. Benliğin Keşfi yani "Zihin ve Beden Bütünlüğünü Elde Etme ve Aşma Aşamasını" anlatıyor.
Roman ve öykülerde kurgudan ziyade yoğun bir anlatım biçimi olarak kullanılan "antropomorfik” yapı insanın içgüdüsünün ve hislerinin birer canlı dışavurumunu temsil eder. Martı ya da herhangi bir kuş insanoğlunun ilkel ya da modern anlatılarında, daima "özgürlük imgesini" çağrıştırır. Buna rağmen romanın başkarakteri olan Martı/Jonathan Livingston, yazarın kurduğu ironik yapıyla birlikte temsil edilen dış gerçeklik karşısında kısıtlandırılmış bir karakter olarak resmediliyor ve bir bakıma Martı/Jonathan Livingston, ideal ve ütopik bir sembolü ifade ediyor.
"Özgürlük" imgesine Richard Bach'ın penceresinden baktığımızda, "özgürlük" olgusunun, kişinin zihninin ve bedeninin zaman veya mekân içerisindeki salınımlarındaki blokajları, yani sınırları fark ederek kendi zihnini veya benliğini aşmasıyla elde edilen bir durum olarak karşımıza çıktığını görüyoruz.
Richard Bach ve bazı düşünürler tarafından ortaya atılan bu görüşün, insanlık tarihinde belli başlı iki karşılığı bulunuyor.
Bazı tarihçiler ve filozoflar insanlık tarihini bir "özgürlük savaşı meydanı" olarak yorumlamıştır ve bu tür yorumlardaki yaklaşımlar, bütün insanlık tarihi içinde Reform Çağı sonrasında, Avrupa ve Amerikan tarih sahnesi içinde kendisine ancak bir karşılık bulabilmiştir.
Söz konusu görüşün ve dolayısıyla Martı isimli eserdeki "özgürlük" kavramına yüklenen anlamın ve elbetteki roman okuması dahilinde değerlendirmesi yapıldığında ise tarihte geldiği karşılığın diğer anlamı şu şekilde özetlenebilir:
Kapitalist/Tüketim toplumundan, karakterin kendini dışlamasını, birey - toplum çatışmasını, "tanınma" sonrasındaki başkarakter ve yan karakterleri özümseme zorunluluğu, ögrendiklerini öğretme arzusuyla doyurulmak istenir ve sonrasında gerçekleşen "yabancılaşma" ile değil ama Nirvana'ya ermek arzusuyla "törel yalnızlığa" karşı romanın başkarakteri Jonathan Livingston tarafından gösterilen cesaret edimleri aynı zamanda birer bilgelik atılımlarıdır.
Roman üzerinde yapılan bu iki farklı okuma, okuyucuyu, insanlığın zihinsel ya da Hegelci anlamda tarihte salt aklın aşamaları olarak okuyabilmesinin önüne, romandaki mistik yapının engel olduğu sonucuna götürüyor. Romandaki bu mistik yapı da daha çok 1960 sonrası Avrupa ve özellikle Amerikan toplumlarının kendine Doğu'dan bir "mistik guruyu" zihin önderi olarak benimsemesi ihtiyacından kaynaklanıyor.
Eserde, Martı/Jonathan Livingston, “Daha hızlı uçmalıyım.” dese de, “Sen hızlı uçamazsın, altı üstü basit bir martısın!” karşılığını alıyor.
Zaten çevremizde de tıpkı bu söylem gibi her zaman varlığını hissettiren sosyal ve psikolojik duvarlar, tel örgüler yok mu?
Okuyucu, alegorik bir eser olan Martı/Jonathan Livingston kitabını okurken, kendi kendine, “Her şeye rağmen denemeliyim ve başarmaya çalışmalıyım. Başaramasam da en azından gayret etmeliyim. Bir martının kanadı varsa ve daha yükseğe uçabiliyorsa, benim de başka yeteneklerim olduğuna göre ben de elimden gelenin en iyisini yapabilirim.” diyecektir.
Martı/Jonathan Livingston kitabındaki duygu aktarımı da çok başarılı bir şekilde işleniyor ve bu duygu yoğunluğu okuyucuya hemen geçiveriyor.
Martı/Jonathan Livingston’un mesajını içselleştirmiş bir okurun yüreği umutla dolacak, inanarak ve çalışarak her şeyi başarabileceğinin haklı inancı, onu özgür bir martı/ insan yapacaktır.
Çünkü "Ne yaptığını bilirsen daima yaşarsın." (Richard Bach)
Özgürlük ve umut, evrenin insanoğluna lütfettiği en önemli ve en büyük armağanlardan biridir.
Bir insan kendini hiçbir zaman sınırlandırmamalı ve özgürlük alanını daima geniş tutmalıdır.
İnsanlar, zihin yapılarını bu anlayışa göre oluşturmalı, toplumsal tabuları, baskıları, ön yargıları, sosyal ve psikolojik duvarları yıkmalı ve ideallerinin peşinden gitmelidir.
Özgür bir iradeye sahip olan insanın, sadece toplumun kendisi için çizdiği sınırların içinde yaşamayı kabullenmesi, hayat karşısında onu bir figüran olmaktan daha öteye götürmeyecektir.
Ve unutmayalım ki özgürlük insanoğlunun ana vatanıdır...
Kitaplı günleriniz olsun...