Son yıllarda aile yapısında ve ailenin sahip olduğu değerlerde değişimler yaşanmaktadır. Bu değişimler, önemli bir toplumsal sorun olan boşanmaların artışına neden olmuştur. Boşanmaların artışı, aile kurumunun zarar görmesi ve kişiler arası ilişkilerin değişen yapısını gösterir niteliktedir.

İstatistiki verilere göre boşanmalar, evliliğin ilk beş yılında daha fazladır. İlk beş yıldan sonra boşanma oranları azalmaktadır. Dolayısıyla evlilikte ilk beş yıl “kritik yıllar” olarak değerlendirilmektedir. Bu makalede, boşanma konusuna değinilip, “erken boşanma” kavramsallaştırılması yapılarak özellikle ilk beş yıl içerisinde son bulan evliliklerin, yani erken boşanmaların sebepleri ele alınmıştır.

Gerek evlilik ve gerekse boşanma, her şeyden önce hukuki yollarla gerçekleşen bir olgudur. Ancak sadece hukuki açıdan ele alınması ve açıklanması yeterli değildir. Çünkü evliğin hukuki açıdan sona ermesi anlamına gelen boşanmanın, toplumsal olarak da onaylanması gerekmektedir. Bu nedenle çalışmada, genel olarak boşanma özel olarak da erken boşanmaların hukuki ve toplumsal nedenleri ortak başlıklar altında incelenerek boşanmaların yarıya yakınının evliliğin ilk beş yılında gerçekleştiği görülmüştür.

Boşanma, aile yaşam döngüsü içinde gelişen ve aile üyelerinin rollerinde değişime yol açarak, psikolojik dengeyi bozan kriz durumudur. Özellikle baş etme becerileri sınırlı olan çocuklar için stresli, kafa karıştırıcı, baş etmesi zor ve karmaşık bir süreçtir. Yapılan araştırmalar, boşanmış aile çocuklarının diğer çocuklara oranla ebeveyn ilişkileri, psikolojik, davranışsal ve akademik yaşamlarının daha sorunlu olduğunu ortaya koymuştur. Buna ek olarak, bu çocuklarda ruhsal sorun gelişme riskinin iki kat daha fazla olduğu belirtilmektedir.

Bu bağlamda özellikle yeni evli çiftlerin boşanma sürecine giden yolda birçok çevresel ve özel etmenler olduğunu gözlemliyoruz. Ekonominin zorlayıcı faktörü aile içi huzursuzluğa yol açarken şiddet gibi faktörler işin içine giriyor ve boşanmaya giden yolda bir adım oluyor. Bunun yanında erkek ya da kadın eş fark etmeksizin hep daha iyisini hep en iyisine sahip olma düşüncesi güzel bir fantezi yaratıyor. Kadın ya da adam artık huzurlu güvenli ortamı olan ailesini bırakıyor ve dışarıya bakıyor.

Evliliği etkileyen pek çok unsur söz konusudur bu unsurların en önemlileri Çiftlerin sosyo-demografik özellikleridir. Gelir durumu, eğitim düzeyi, yaş gibi faktörlerin evlilikte mutlu olma düzeyini etkilediği ve evlilik uyumunda önemli role sahip olduğu çok sayıdaki araştırmada da ifade edilmektedir.

Çift uyumunun önemli belirleyicileri arasında sayılan davranışsal birbirine bağlı olma, gereksinimlerin karşılanması, duygusal düşkünlük evlilik doyumunda da önemli rol oynar. Evlilikte yakın olma ve evlilik doyumu arasında çok doğrudan bir ilişki vardır. Zaman geçtikçe eşler arasında yakınlık arttıkça evlilik doyumunda da artış oluyor.

Evlilikte yapılması gereken verilerde söz edildiği gibi ilk 5 yıl güvenli ve sağlam atılacak bir temel ilişkiyi ömür boyu huzur ve güven içinde dürdürecektir. Elbette tartışmalar kavgalar olacak evlilik hayatı boyunca tartışmasız bir ilişki düşünülemez ne de olsa sosyal insanlarız pürüzler mutlaka olacaktır önemli olan anlayışlı olabilmek, empati kurabilmek, aranızdaki bağın her şeye rağmen nefret değil sevgi olduğunu düşünebilmektir.

kadınların olumlu iş yaşantılarının ev yaşantılarını etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. Olumsuz iş yaşantılarının ev yaşantılarını “biraz” etkilediği ve olumlu iş yaşantılarının ise eve yansıma oranının daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Kadınların evdeki olumsuzlukları işlerine yansıtmamaya çalıştıkları belirlenmiştir. Kadınların evlilik uyumlarıyla yaşları arasında anlamlı düzeyde farklılık vardır. 41 ve üzeri yaş grubundaki kadınların evlilik uyumlarının, 21-30 yaşlarındaki kadınların evlilik uyumlarından daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Kadınların çocuk sayılarına göre evlilik uyumları arasında anlamlı farklılık olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Aile tipi çekirdek aile ya da geniş aile olma durumuna göre annelerin evlilik uyumları arasında anlamlı farklılık olmadığı tespit edilmiştir. Çalışma grubundakilerin evlilik ilişkilerini incelediğimizde 36,8%’i evliliğini genel anlamda “iyi” olarak değerlendirmektedir. Kadınların 33,9%’u sorunlar karşısında “sessiz kalma” tutumunu sergilemektedir. 49,5%’i hiçbir zaman fiziksel şiddet görmediğini, 61,1%’i ise ara sıra duygusal şiddet yaşadığını belirtmiştir. Kadınların 69,9%’u ara sıra evlilikte gerginlik yaşandığını belirtmiştir. Cinsel yaşamlarını genel olarak değerlendirmeleri istendiğinde kadınların 45,6%’ı cinsel yaşamlarını çok iyi olarak değerlendirmiştir. Çalışma grubunun 45,6%’ı evliliğini monoton olarak değerlendirmektedir. Çalışma grubundaki kadınların evliliği genel anlamda nasıl değerlendirdiği ile evlilik süresi ilişkisi incelendiğinde, evliliklerini “iyi” şeklinde değerlendirmelerinde azalma belirlenmiştir. Evlilik sürelerinin evliliklerindeki sorunlar karşısındaki tutumlarına göre dağılımına baktığımızda; evlilik süresi ilerledikçe sorunlar karşısındaki tutumları arasında konuşarak tartışmanın azaldığı, şiddet ve kavganın arttığı ve kadınların 50%’sinin sorunlar karşısındaki tutumunun genellikle “sessiz kalma” olduğu görülmüştür. Çalışma grubunda yer alan kadınların evlilik süresi ile evliliklerini değerlendirmeleri, cinsel yaşamlarını değerlendirmeleri ve eşine karşı duyguları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişkinin olduğu elde edilen sonuçlar doğrultusunda sosyal bilimciler ve sağlık profesyonelleri başta olmak üzere tüm kurumların multidisipliner şekilde hareket etmesi, evlilik uyumu ile ilgili yapılan araştırmaların Türkiye genelinde yapılmasının sağlanması gerekir. Ülkemizde eşler arasındaki uyumu değerlendiren, geçerlik ve güvenirliği yapılmış ölçekler olmasına rağmen bu konuda kültürümüze özgü ölçeklerin geliştirilerek değerlendirilmesi gerekmektedir. Aynı zamanda eşler arasındaki uyuma ilişkin çalışmalar incelenirken, uyum, doyum, çatışma gibi kavramların tanımları ölçekler bağlamında değiştiği için bu kavramların doğru değerlendirilmesi önemlidir.

İlgili literatüre bakıldığında, klasik cinsiyet rolleri açısından kadınların evlilik doyumlarının erkeklere oranla daha düşük seviyelerde olduğu ancak cinsiyet rollerine dair görevler yeniden yapılandıkça bu durumun farklılık gösterdiği ifade edilmektedir. Bu bilgi ışığında bu araştırmada da evlilik doyumunda cinsiyete göre anlamlı bir farklılaşma olmaması bulgusu daha anlaşılır hale gelmektedir. Sonuç olarak, kadının gerek eğitim seviyesinin artması gerek eğitim seviyesinin artarak iş yaşamına da daha çok katılması ve böylece ev içi rollerin hem erkekler hem de kadınlar için aynı hale gelmeye başlamasıyla birlikte evlilik doyumu üzerindeki cinsiyetin farklılaştırıcı rolünün ortadan kalkmaya başladığı düşünülebilir. Araştırmanın bulguları çerçevesinde evlilik doyumu ve eş desteğinin bireysel ve sosyal süreçlerle ilgili değişkenleri de kapsayacak biçimde ve daha geniş bir örneklemle ele alınması önerilebilir. Evlilik ve aile danışmanlığı alanında çalışan uzmanların evli bireylerle çalışırken bu araştırmada ele alınan değişkenleri göz önünde bulundurması; bireylerin evlilik doyumu üzerinde çalışırken de eş desteğine özellikle yer vermesi önemlidir. Yurt içinde eş desteği ile ilgili yapılan kısıtlı çalışmalardaki benzer bulgular dikkate alındığında eş desteğinin önemi daha anlaşılır hale gelmektedir. Eş desteğinin önemini vurgulamak ve evliliklerden sağlanan doyumun da arttırılmasını sağlamak için sunulan bireysel ve grupla psikolojik danışma hizmetlerinde evli bireylerin eşlerinden aldıkları destek ve bunu arttımak üzerine çalışılabilir. Eğitim seviyesi arttıkça cinsiyetin evlilik doyumu üzerinde anlamlı bir farklılaşma göstermediği yorumu göz önünde bulundurulduğunda; eğitim seviyesinin yüksek olduğu gruplarla çalışılırken sunulacak psikolojik danışma hizmetleri cinsiyete göre bir farklılık göstermezken, eğitim seviyesi daha düşük olan gruplarla çalışılırken cinsiyete göre bazı farklılıklar göstermesi beklenebilir.