Abbasi Halifesi Harun El Reşid bir gün yolda giderken, ismi Behlûl olan bir divaneye rastlar ve sorar: “Ey Behlûl! Nereden geliyorsun böyle?”

Behlûl hiç düşünmeden cevap verir: “Cehennemden geliyorum.”

Harun El Reşid şaşırır ve tekrar sorar: “Ne işin vardı orada?”

Behlûl anlatır: “Efendim; ateş lazım olmuştu. Cehenneme gideyim de biraz isteyeyim dedim. Fakat oradaki zat bana: Burada ateş yoktur’ dedi. Ben de nasıl olur cehennem ateş yeri değil mi diye sorunca, ‘evet’ dedi. ‘Gerçekten burada ateş yoktur her gelen ateşini dünyadan kendisi getirir. cevabını verdi.”

Dehşete kapılan Harun El Reşid büyük bir üzüntü ile sordu: “Ey Behlûl! Ne yapayım ki, oraya ateş götürmeyeyim?” dedi.

Behlûl hızla uzaklaşırken yanıtladı ve haykırdı! “Adalet! Adalet! Adalet!”

Evet, şimdiye kadar sistemin öngördüğü yalan ve sahtekârlıklar karşısında payımıza düşenin ötekini yok etmek ve farklılıklara tahammül edememek olduğunu az çok anlamış olmamız gerekir.

Zira insanları güdülemesi gereken bir koyun haline getiren sistem, alabildiğine kurnazdır. Önce insanları kendi özgün varlığından koparır, sonra da duyguların ve güdülerin anlamsızlığına inandırır.

Nitekim duyarlı insanların duyarsızlaşıp, körelmesine neden olan sistem “itaat etmeyi” kutsallaştırırken, herkesi ve her şeyi rahatlıkla denetleyebilmek için kendisini ebedi ve mutlak gören bir iktidarın ellerine bırakmış olur. Bu nedenle bugüne kadar sistemin yemi olmuş birçok iktidar, sisteme öylesine bağlı olduğundan mantıklı olabilmek için, gerçeği bilerek değiştirmeye, gözlerini ve kulaklarını bilerek kapamaya razı olmuşlardır.

Biliyoruz ki gelmiş geçmiş iktidarlar arasında ‘Adalet’in ne olduğu daima ilan edilmiştir.

“Adalet, varlığın hayatıdır!”, “Adalet, insanoğlunun saadetidir!”, “Adalet, bütün sistemlerin kaynağıdır!”, “Adalet, zulüm ve haksızlığın zıddıdır!” vesaire, vesaire… Fakat yine de adaletin kendisi iktidarda bulunan insanlar tarafından bir türlü kabul edilememiştir.  

Peki! Öyleyse kendisini ebedi ve mutlak gören bir iktidar, alabildiğine kurnaz olan bir sistem karşısında tıpkı Harun el Reşid’in dediği gibi ne yapmalıdır ki, cehenneme ateş götürmesin?

Ben sistem karşısında insanların körlüğünü, kötücülüğünü, çıkarcılığını, tüccarlığını, bencilliğini ve ihanetini fark ettiğinde tıpkı Behlül gibi “ADALET!” diye haykırmak istiyorum.

Neden mi?

Çünkü adaletin olmadığı yerde ‘insan yaşamı’ ciddiye alınmaz. İnsan yaşamının ciddiye alınmadığı yerde insan kendi yaşamının ateşle uyumunu irkilerek fark eder ki, zulmün, ihanetin, alçaklığın ulaşabileceği en son noktayı görmüş olur ve “cehennem tam da burasıymış” der.  İşte bana göre yaşamda hoşgörüsüzlüğün ve adaletsizliğin en acıklı durumu budur.

Emeği göz ardı etmeden, halkları olgunlaştıracak, farklılıkları koruyacak bir ortaklık yaratmak için, bir iktidarın adaleti daima ‘ilan’ etmek yerine onu kabul etmesi ve yaptığı işlerle adaleti gerçekleştirmiş olması gerekir.

Ancak günümüzde hoşgörüsüzlüğün ve adaletsizliğin en büyüğü bana göre birilerinin adaletsizce davranması değil, adaletsiz durumlara ses çıkartılmamasıyla gerçekleşiyor.

O halde diyebiliriz ki eğer insanlar sistemin yemi olmuş güçlerin adaletsizliği karşısında seslerini yükseltebiliyorsa, her türlü zorluğa karşı eşitsizliklere başkaldırabiliyorsa, haksızlıklarla uzlaşmıyorsa, bu seslerini yükseltebilen insanların erdemlerini ve ahlakını hâlâ yitirmemiş olduğunu gösterir.

Bunun içindir ki, insan adaletsizliği yapanlarla sırf aynı görüşte olduğu için gözlerini ve kulaklarını kapamaya razı olmamalıdır. Çünkü mutlak adalet der ki, “Hak haktır; bunun azına ya da çoğuna bakılmaz, bu nedenle adaleti sağlamaya çalışanlar toplumun menfaatine bakarak tek bir bireyin bile hakkını feda etmemelidirler.”

Dolayısıyla iktidarını kullanan bir insan ancak sistemi ve kendisini eleştirdiğinde, “daha büyük eşitlik nerede bulunur?” sorusuyla yola çıktığında hak arayışına yönelecektir. Yoksa yalan ve sahtekârlık bizim tek gerçeğimiz olacaktır.

Şimdilik hoşçakalın...