Yaşadığımız coğrafyada ve dünyada çeşitli nedenlerle yaşanan göçler vardır.

Gazetecilik mesleği kitlelere etki eden bir mecra olduğu için göç haberciliği diğer haber gruplarının yanı sıra gazetecinin topluma haber verme biçimi açısından ve haberi yapılan göçmenlerle alakalı kullandığı dil söylemi açısından nasıl bir dil kullanması gerektiğini, haber dilinde neleri ön plana çıkarması gerektiğini, toplumsal gerginliği mümkün olduğu asgari boyuta indirebilmesi ve göç haberi yapılırken dilin işleyiş mekanizmasını nasıl kurgulaması gerektiğini bilmesi ve bilinçli olması kuşkusuz elzemdir.

Bir gazeteci sadece fotoğraf çekmekle ve iyi haber yazmakla değil aynı zamanda iyi okur  olup edebiyattan, tarihten, sosyolojiden bir çok kitapları okuması gereklidir. Gazeteci yerleşik toplumla yeni göç eden toplum arasında köprü gibidir. Kışkırtıcı, yük, suç aktörü, gerginlik kaynağı, geri dönenlerin haberleri ve benzeri şekilde kurgulanan haber söylemlerinden bir gazeteci kaçınmalıdır çünkü haberde kullanılan dil, kitlesel olaylara sebebiyet verecektir.

Göç Haberi yazan bir gazetecinin misyonu bu bağlamda “birlikte yaşama” misyonu çerçevesinde haberi şekillendirmelidir. Neticede gazetecide bir insandır ve bir topluluğa bağlıdır. Yapılan göçmen haberinde kendi topluluğunu yapıyormuş gibi kendi dil söylemini her zaman ölçüp biçmesi gerekmektedir.

Savaş sebebiyle Dünya’da göç etmek zorunda kalan insanların sığındıkları ülkede karşı karşıya kaldıkları tutumlar kuşkusuz bir çok sosyolojik araştırmalarda mevcuttur. Bunlardan birine örnek verecek olursak Sosyolog La Pierre tarafından 1934’te yapılan bir araştırmada; O dönemde ABD’de Uzak Doğululara ve özellikle Çinlilere karşı yaygın bir ön yargılı ırk ayrımı vardı. La Pierre, genç bir Çinli karı kocayla 66 otel ve motele ve 184 lokantaya gitti ve her gittikleri yerde kabul edildiler, kendilerine servis yapıldı. Sadece 3’ünde sınıf bir motele kabul edilmediler. Bu ilk deneyden 6 ay sonra La Pierre bütün bu gittikleri yerlere mektup yazarak rezervasyon yapmak istediğini, Çinli müşterilerin kabul edilip edilmeyeceğini sordu…

(Yapılan bu araştırma ve takip eden araştırmalar insanların her zaman tutumlarına uygun davranmadıklarını göstermektedir. Bu sonuçlar, aslında uğranılan lokanta ve motellerin çok büyük bölümünün Çinlilere karşı olumsuz bir tutum içinde olduklarını ancak, yüz yüze bir ilişkide bu tutumlarını davranışlarına aksettirmediklerini göstermektedir.)

Göç sadece yakın tarihte ve gelecekte yaşanacak bir olgu değildir. Yüzyıllık Yalnızlık kitabında İspanyol yazar Gabriel Garcia Marquez, yaşadığı dünyayı keşfetme, icat bulabilme ateşiyle kendi alanından (köyünden, obasından) zaman zaman uzaklaşarak göç etmiştir. Kendi yaşadığı alana geçici göç eden Çingeneleri ve onların getirdiği sihirbazlık işlerine yarayan çeşitli icatları, kendi köyünde deneyimleyerek aslında bize yaşadığımız bu dünyada geçmişten bugüne göç eden topluluklara ön yargılı yaklaşılmaması gerektiğini, her dil ve anlatım söyleminin dengeli olması gerektiğini, gözler önüne sermektedir. Yani bir haber dilinde ön yargı olmaması gerektiği gibi övme de olmaması gerekmektedir.

“Dil aslında çatışma alanıdır”

Dil aracılığıyla nefret söyleminin nelere sebebiyet verdiğini bir kaç geçmişte yaşanan hadiselerle vermeye devam edelim;

·         Sanatçı olan Ahmet Kaya’nın yaşadıkları  

·         Gazeteci olan Ermeni Hırant Dink’in ölümü

·         90’lı yıllarda yaşanan siyasi göçler (Kürtler) ve göçün ana sebebi

·         Gaziantep’e savaş sebebiyle göç eden Suriyeliler

Yukarıdaki yapılan göçlerle alakalı olaylarla ilişkili yapılan haber söylemlerinde kendi iradenizi rahatsız edecek söylem şekilleri varsa sıkıntı var demektir. Duyurulan olaylarda  kendinizi baş aktör olarak düşünün ve bu hadiseler sizleri incittiğini düşünün. Dışlama pratikleri ve ötekileştirme her zaman kötüdür. 

Gazeteciler ve yazarlar bulundukları toplumun çeşitliliğini göz ardı etmeyerek kullanmış olduğu dile dikkat etmelidir. Ülkemizde maalesef dil söyleminin yanı sıra devletin dördüncü organı olan Basının özgürlüğü günümüzde de tamamen ortadan kalkmış ve siyasi güçlerin propaganda aracı olmuş diyebiliriz. Bugün bilinçsiz izleyici kitlesi, televizyonlarda siyasilerin propaganda faaliyetlerini gün boyu deri altı şırınga modeli şeklinde beynine (fark etmeden, sorgulamadan) işlemektedir. İnsan beynini bilgisayara benzetebiliriz. Faaliyet gösteren propaganda haberleri ve reklamlar bir çok kitleye demokrasi anlayışından uzak paranın çok olduğu siyasi ellerin yönetimi altında maşa haline gelmiştir. Bu bağlamda gazetecilerin kendi alanlarında yaptıkları iş bakımından devlete karşı ve yaşadığı baskıya karşı kalemini eşit tutmalıdır. Herkese eşit derecede sesini duyuracak çalışmalar yapmasına özen göstermelidir.

Sevgilerimle Gizem Sezer