Ramazan ayı başlamadan birkaç gün önce Antepli dört kafadar bir araya gelmişler.
İçerilerinden biri; “Rafık, üç gün sonra mübarek ramazan! Bir ay ağzımız dilimiz bağlı olucu! Yiyip içmek de yok! Yeriin him basmaya gidek “demiş.
Bu teklif hepsinin aklına yatmış.
Vakit kaybetmeden etlerini, ekmeklerini, nevalelerini alıp, atlamışlar arabaya, tanıdık birinin bağ evine atmışlar kendilerini.
Bağ evine varır varmaz, bir yandan mangal kayılırken, etler şişlenmiş, salatlar yapılmış, şişeler açılıp başlamışlar ufak ufak demlenmeye.
Muhabbet koyulaştıkça kafalar da kıvamına gelmeye başlamış.
Yeme, içme derken, cilalı kafalarla muhabbet koyulaştıkça koyulaşmış, saat gece yarısını geçmiş..
Tam bu sırada bağ evinin kapısı çalınmış.
Herkes zil zurna tabi! “Kim lan bu saate gelen densiz?” demişler.
Biri zorla yerinden kalkmış, sallana sallana kapıya varmış, kapının ardından; “Kimdir ooo?!” diye seslenince;
Dışarıdan; “BEN RAMAZAN” cevabı gelmiş.
Bizimki kapıyı aralamış, kayan gözlerle bön bön adamın suratına bakarken, sözcükleri ağzının içinde gevelerken, gayet sakin bir üslupla;
“La yoorum. Bizim Ramazan birkaç gün sonra geliciydi! Sen nerden çıktın lan! Yeri başka kapıya! Başka kapıya! “Deyip, kapıyı adamın suratına kapatmış.
Gelen adam da yandaki bağ evinin bekçisi Ramazan’mış.
Ibrahim Alisinanoğlu-3.03.2024