1980’ li yılardan önce, Gaziantep’te konu komşu toplanır yaz gecelerinde yazlık sinemalara giderdik.

 Sinemalar sosyal, kültürel hayatın bir parçası, insanlarımızın en önemli eğlence araçlarından biriydi.

Sinemaya gitmek için günler öncesinde komşu haberleşir, çoluk çocuk hay huy içinde, keyifle yazlık sınamaların tahta kürsülerini doldururduk.

Yazlık sinemaların hayatımızda ayrı bir yeri vardı.

Akşam üzeri yazlık sinemaların toprak zemini sulanır, kürsüler temizlenirdi.

Sinema önlerinde seyyar satıcılar yerini alır, yanan renkli ampullerle aydınlanan sinema sokakları panayır yerine dönerdi.

 Ayrıca Gaziantep’te bazı yazlık sinemalarda film başlamadan önce; Ahmet Özoğlu, Ömer lök gibi yerel sanatçılar konserler verir, sinemaları halk konserlerinin verildiği alanlar haline getirirlerdi.

O yıllar yokluk ve yoksulluk yıllarıydı.

Seyrettiğimiz filmlerde; Türkan Şoray -Ediz Hun, Fatma Girik- Murat Soydan, Hülya Koçyiğit -İzzet Günay birlikteliklerinde kara sevdaları, kırık kalplerin romantizmini yaşar, gözyaşı dökerdik.

 Yıldırım Önal, Tarık Akan, Yılmaz Güney filmlerinde yoksulluğa isyan eder…

 Adile Naşit, Münir Özkul, Vahi Öz, Öztürk Serengil, Cilalı İbo, Sadri Alışık, Kemal Sunal’la güler… Cüneyt Arkın, Kartal Tibet’le; Malkoçoğlu, Kara Murat’la tarihimizi tanımaya çalışırdık.

O yaz gecelerinde seyrettiğimiz filmlerde hep kendimizden bir şeyler bulurduk.

O film karelerinde kahkahalarla gülerken, o an derdi kasaveti, yokluğu, yoksulluğu, yorgunluğu, hatta yaşamak zorunda bırakıldığımız terörün ağırlığını üstümüzden atar, o acıklı sahnelerde göz yaşlarımız sel olur mendilleri ıslatırdı.

O günlerde o sinemalar; toplumumuzun  terapi merkezleri, filmler; öfkemizi dindiren, acımızı hafifleten, gazımızı alan ilaçlar gibiydi.

 O filmler toplumsal hayatımızın aynası, umudumuzun ilacı, geleceğimizin kılavuzu gibiydiler.

Biz o filmlerde genellikle yaşadığımız hayatın gerçeklerini görürdük.

Dünün filmlerinde bizim mahallemizi, bizim insanlarımızı, bizim hayatımızı anlatan   hikâyeleri      izlerdik.

Şimdiki dizilerde arada sırada bir ; hak, hukuk, adalet ve eşitlik duygularına dem vurulsa da;

Hayatın gerçekliğinden uzak, her karesi lüks villalarda geçen, sofralarında kuş sütü yiyeceklerin eksik olmadığı, çevrelerinde hizmetçilerin pervane döndüğü, bindikleri araçlarla, giyindikleri kıyafetlerle, taktıkları takılarla, gezdikleri mekanlarla, hiçbir ahlaki değeri umursamayan, hiçbir toplumsal   kuralı önemsemeyen, sahne mutluluklarıyla ayrıcalıklı bir sınıf görüntüsü veren senaryolar revaçta. 

  Bu dizilerde; kadını, erkeği aynı harattan çıkmışçasına birbirinin kopyası, hormonlu güzelleriyle gözleri kamaştıran, içgüdüleri gıdıklayan, hiçbir ahlaki sorumluluk hissetmeyen, aile anlayışları sahte, yokluk ve yoksullukları göstermelik, yapmacık merhamet ve şefkat hayat anlayışlarıyla sosyal, kültürel hayatımızı tehdit etmektedirler.    

Dün filmleri izlerken mutlu olur, geleceğe umutla bakardık.

Şimdilerde dizileri izlerken geriliyor, öfkeye kapılıyor, huzursuz oluyoruz.

Bugün adını   sayamadığım onlarca sinema sanatçımızı aradan yıllar geçse de unutmadık, unutamadık.

Onlar bizim kahramanlarımızdı. Onlar bizim için rol model insanlarıydı.

Onlar içimden biriydiler, üstlendikleri rollerde hep bizi anlattılar. 

Bugün İzlediklerimiz filmler karşısında hayretlere düşürüyor. “Biz bu hale nasıl geldik?” demekten kendimizi alamıyoruz.

Şimdilerde  filmlerde reyting kaygısı toplumun tüm değerlerinin önüne geçiyor. 

Dünün filmlerinin öznesi bizdik. Şimdikilerde figüran bile olamıyoruz iyi mi!