1920’lere kadar Gaziantep’te halkın geleneksel bir kıyafeti vardı. İnsanların giyim ve kuşamlarına baktığınızda onu giyenin gelenekleri ve inançları hakkında bir bilgiye sahip olmak mümkündü. Başa geçirilen fes ve takkeler, bellere sarılan şal ve kuşaklar, sırta giyilen aba, onu giyenin kimlerden, hangi inançtan, hangi yöreden olduğunun ip uçlarını verirdi.

Erkeklerin kıyafetleri evlerde basit çıkrıkta eğrilen, el tezgahlarda dokunan” ÇALIKIRAN BEZİ” tabir edilen beyaz bezden yapılırdı. Erkekler genellikle "uzun paçalı don, şalvar" ya da çalkıdan bezinden yapılan "ağ tuman" giyer, üzerine aba geçirilir, bele kuşak sarılır, başa fes ya da poşu takılır, içine de "zubun", ayağa yemeni giyilir.

Devlet erkanı ise Ermeni ustalara İstanbul’dan getirttikleri kumaşlardan günün modasına uygun biçimde setre pantolon diktirir, onları giyerlermiş.

Antep harbinden sonra Ermenilerin şehri terk etmesi ile birlikte elbise dikecek usta kalmaz. Halk kırsal alanlarda geleneksel yöntemlerle giyim kuşam ihtiyaçlarını giderirken, şehir merkezinde elbise diktirmek neredeyse imkânsız hale gelir.

Cumhuriyetin kurulması ile birlikte kılık kıyafet ve şapka inkılabından sonra halkın ihtiyaç duyduğu kıyafetin dikimi için terziler ayrı bir önem arz etmeye başlar. Şehrin ileri gelenleri terziliğin öğretilmesi için il dışından özel ustalar getirterek Antepli birkaç gence terziliğin öğretilmesini sağlarlar. Ayrıca o dönemin Halkevi yöneticileri ve ilgili meslek erbabı Antepli birkaç genci İstanbul'a terzilik öğrenmeleri için gönderirler. Gençler şehre döndüklerinde kurslar açarak terzilik mesleğinİ başkalarına öğretirler.

Kurslara katılanlar mesleği ilerletirken, yeni meslek erbapları ortaya çıkar ve  terzihaneler açılarak  halka hizmet vermeye başlar.