Geçen gün sof Dağının eteklerinde bağ evi olan bir dostumu ziyarete gittik. Gece geç saatlere kadar sofun serinliğinde çaylarımızı yudumlarken ortamın sessizliği hepimizi büyülemişti.

Bir ara gökyüzüne baktığımda çoktandır görmeye hasret kaldığımız yıldızların parlaklığını ve çokluğunu izlerken çocukluk yıllarıma gittim, damda yattığımız günler geldi aklıma.

Gaziantep’te yaz mevsiminde gündüz ne kadar sıcak olursa olsun, geceleri Sof’dan  esip gelen serin yel hepimizin yüreğini serinletir, nefes almamıza müsaade ederdi.

Gaziantep’te özellikle briketten yapılmış düz damlardan oluşan evler yaz sıcağında gün boyu güneşin yakıcı ışınlarına maruz kalır, evler  fırına döner, içine girilemez hale gelir, geceleri de uyunmazdı.

Vantilatör hariç, serinlemek için henüz teknolojinin yeni ürünlerinin hayatımıza girmediği o yıllarda   bazı Antepliler, özellikle geceleri evlerinin hayadında oturur, rahat bir uyku çekmek için damda yatmayı tercih ederlerdi.

Damda yatmak coğrafyanın ve iklimin  bize öğrettiği  bir kültür, yaz gecelerinin bir tutkusu, bir mecburiyetiydi sanki.

Damada yatmak için önce dam süpürülür, sulanır ,yıkanır geceye hazırlanırdı.

O sıcak yaz gecelerinde damda yatanlardan da biri de bendim.

Damda demir bir somya  üzerine açılmış  döşekte yatmak benim için ayrıcalık, benim için büyük keyifti.

Damda yatağıma sırt üstü uzanıp başımı yastığa koyduğum anda başka bir aleme geçerdim sanki.

Bazen ay ışığında gök yüzünü seyretmeye başladığımda gözlerim parça parça bulutlara takılır, bazen gök yüzünün   karanlık derinliklerinde ateş böcekleri gibi göz kırpan yıldızları seyretmeye doyamazdım. Bazen de karanlığın içinde aniden süzülerek kayan yıldızlarla birlikte uzayın sonsuzluğunda kaybolurken, istasyon caddesindeki eğlence yerlerinden yükselen müzik sesleri ninni olur, rüyalara dalardım.

Damda yatmanın en kötü tarafı, tatlı tatlı uyurken sabah yüzünüze vuran güneşle birlikte erkenden uyanmak zorunda kalmış olmamız ve uykulu halde nerede yattığını unutanların damdan düşerek can sıkıcı olaylara neden olmalarıydı.

Damda yatmanın en güzel yanlarından biri de kurutmalık zamanında iplere inci gibi sıralanmış balcan, biber, kabak gibi kurutmalıkların kurumaya yüz tutuklarında, esen hafif bir esintide tıkırdamaları, bunun senfonik bir müzik ziyafetine dönüşmesiydi.

Damda yatmayanlar damın sefasını bilemezler.

Bugün Anadolu’nun pek çok yerinde sıcaklardan dolayı  damda yatma geleneği hala devam ettirilmekte.

Yaşadığımız şehirlerin alanları genişledikçe, binalar göğe doğru yükseldikçe, şehirlerimizin üstüne çöken; kirli kara bulutların isinden gök yüzünü görmek, yıldızları seyretmek neredeyse imkânsız hale geldi.

İmkânı olan damda yatsın keyfini sürsün.

İmkânı olmayanlar da yaşadığı şehirden çıksın, kırlarda gök yüzünü seyretsin.

Emin olun, zevkine doyamayacaksınız.

İbrahim Alisinanoğlu-24.06.2024