Yaklaşık üç yıldır çalıştığım fabrikada günlerimiz rutin bir şekilde geçiyordu. Bir iplik fabrikasında üç vardiya usulüne göre çalışıyorduk. Çalışanların geneli çevre illerden şehre çalışmak için gelen arkadaşlar olmakla beraber çalışanlar içinde benim gibi şehrin yerlileri de vardı.
İş ağır olmakla beraber bazı arkadaşların asabi davranışları öfkeli tavırları çalışmayı daha da zorlaştırıyor, bazen işi bırakıp gitme haddine bile geliyorduk, ama bu işten başka gelir kapımız olmadığı için çaresizlik içinde bu sıkıntılara katlanarak çalışıyorduk.
Bir pazartesi öğle sonu vardiyasına geldiğimde pek hoşlanmadığım bir çalışma arkadaşımın yerine başka birinin işe başladığını görmüştüm, bu yeni gelen arkadaş esmer kara kuru doğulu bir gençti. Yemek arasında isminin Abdullah olduğunu söyleyip el sıkışarak tanışmıştık.
Yemek yerken konuşurken bana bakarken hep gülümsüyordu, efendi ve terbiyeli bir hali vardı işi bırakıp giden arkadaşla arasında dağlar kadar fark vardı. İçimden seviniyordum aksi ve her şeyden şikayet eden adamdan kurtulmuştum.
Abdullah güleç ve saygılı olduğu kadar çalışkandı da onun İçten gelen tertemiz ve berrak bir gülüşü vardı, gülerken gözleri, yüzü her yanı gülüyordu adeta.
Bazen keşfetmeye çalışıyordum onun bu hep gülen yüzünün ve mutluluğunun sebebini, ama bir türlü işin içinden çıkamıyordum.
Onu bu denli mutlu edebilecek maddi bir gücü de yoktu aslında, olsaydı bu fabrikada ağır şartlarda sekiz saat Arı gibi çalışmazdı. Zaten fakir oluşunu ayağındaki bir tarafı sökük ayakkabısından ve yıkanmaktan rengi atmış giysilerinden de anlamak ta zor değildi.
Ama o hep gülerdi ve mutlu görünürdü. Kısa zamanda Abdullah’ın bulunduğu ortamlarda neşe hakim olmaya başlamıştı. Makine başında, yemekhanede, serviste gelip giderken kırıcı olmayan şakalar yapar vaktin nasıl geçtiğini bildirmezdi bize.
Fabrika hayatını bilenler bilir herkese bir isim takarlar orada, Abdullah’ın da bu güleç ve neşeli tavrına arkadaşlar bir isim bulmakta gecikmemişlerdi;
Artık onun adı bizim vardiya da “Neşeli” olup çıkmıştı.
Abdullah bu fabrikaya başlayıp ta bizim vardiya ya girdiğinden beri iş yükümüz hafiflemiş günler daha hızlı geçmeye başlamıştı sanki, aynı zamanda Abdullah benim en yakın arkadaşım konumuna yükselmişti.
Aslında onun en güzel yanı sadece güler yüzlü ve neşeli olması değildi tabi.
Fedakarlığı, yardımseverliği, halim selim oluşu da değerine değer katıyordu. Onu tam manasıyla tanımazdan evvel şöyle derdim kendime hep;
“Keşke bende böyle olabilsem, ne kadar mutlu ve hiç derdi tasası yok” diyerek ona gıpta ile bakıyordum bazen de kıskanıyordum onu için için.
Ama onu tanıyıp da hikayesini öğrendikten sonra, ona olan sevgim ve saygım eskiye nazaran kat be kat artmıştı.
Eskiden onu seviyordum şimdi ise hem seviyor hem de sırtlandığı ağır yükünden dolayı ona derin saygı duyuyordum.
Ve kendime şöyle diyordum “Ne büyük Azim ne büyük Sabır ne büyük Tevekkül.
********************
Neşelinin yani Abdullah’ın fabrikaya gelmediği gün ustabaşı bana (En yakın arkadaşı olmam hasebiyle) adresini verip;
“Arkadaşın bugün işe gelmedi, hiç böyle yapmazdı, telefon filan da etmedi yanına uğra bir bak niçin gelmemiş acaba?”
Deyince adresini alıp iş çıkışı yollara düşmüştüm.
Adresi şehrin fakir kesiminin yaşadığı kenar mahalledeydi, sorarak ve arayarak buldum oturduğu evi. En son sorduğum, yüzünde ve ellerinde dövme olan beyaz başörtülü uzun fistanlı yaşlı bir kadın, zayıf ve uzun kolunu kaldırıp “İşte şu ev” diyerek, sokağın sonunda ki yıkılmamak için çaba sarf eden briket, teneke ve ahşap yığınını gösterdi.
Mahallenin geneli briket olan derme çatma yapılardan oluşuyordu. Bu evlerin bir benzeri olan tek katlı teneke çatılı bahçemsi bir avlusu olan evin kapısını Türkçeyi zor konuşan yaşlı ve güleç yüzlü bir teyze açmıştı. Abdullah’ı sorduğumda zar zor şöyle diyebildi;
-Abdullah içerde dir, ben Anası yam, kendisi hasta olmuştur, buyurasan. Diye beni içeriye davet etti
İçerisi büyükçe bir odadan ibaretti evin bir köşesi perde ile bölünmüş ve mutfak yapılmıştı. Abdullah sedirde yatıyordu. Ama beni panikleten onun haricinde yatan iki kişi daha vardı. Bunlar iki yetişkin erkek idi ve ikisi de sakattı. Benim şaşkınlığımı ve paniklememi yine Abdullah’ın gülerken söylediğin sözler gidermişti;
-Hoş gelmişsin Orhan kardeşim adresimi nasıl buldun?
Yaşlı ve güler yüzlü teyzenin getirdiği çayı benim hasta görmek için getirdiğim kuru pastayla yerken, o yine güler yüzle ama bu sefer buruk bir ifade ile az ve öz hikayesini anlatıyordu;
-Kardeşlerim Ali 18, Sait 22 yaşında. Gördüğün gibi ikisi de çocukluktan beridir sakatlar, babam ölünce köyden göçüp bu şehre geldik, beş yıl oluyor şehre göçeli. Bu evin arsasını alıp bu barakayı yaptık çok şükür başımızı sokacak bir evimiz var, geçinip gidiyoruz işte, bende biraz soğuk almışım ama çok şükür iyiyim yarın işe geleceğim inşallah, dedi ve sustu.
Neşeliyi ilk kez üzgün ve kederli görüyordum, kardeşlerini anlatırken gözleri nemlenmişti, konuşmasını bitirince başını eğip bir süre konuşmadı.
Biraz daha oturup havadan sudan konuştuktan sonra vedalaşarak bu fakir haneden ayrılmıştım. Evden uzaklaşıp çamurlu sokaklardan ilerlerken gözyaşlarıma engel olamamıştım. Kendi kendime konuşuyordum artık;
“Bu kadar sıkıntı ve dertlere karşı tevekkül sahibi olup gülebilmek, içinde volkanlar kaynarken bu denli serin ve tebessümlü olmak ne kadar zor bir mesele. Büyük bir Azim ve tevekkül sahibi olmak gerekir bu sıkıntıları göğüsleyebilmek ve dayanmak için”.
Meğer ki Neşeli nin ne denli zor imtihanı varmış. Oysa ki, bizler eften püften şeyler için şikayet edip dertlenirken o öf bile demiyormuş, Allahtan gelen bu imtihana sabırla tahammül ediyormuş.
İşte şimdi arkadaşım Neşeliyi daha çok sevmeye başlamıştım.
******** SON********