Bu şehrin insanları vardı; sabahın huzuru içinde usul adımlarla kendisini kapıdan şehre teslim ederken pencereden kendisini yolcu eden bir çift göze dönüp güneş gibi ışıldayan bir tebessümle el sallayan. (O el ki, çoluk çocuğunun ekmeğini kazanmak için birazdan bin bir türlü marifet sergileyecekti.) Sonra aynı huzurla kapılardan çıkmakta olan komşularını, birer birer dükkânlarını açan sokağını selamlayan.
Bu şehrin insanları vardı; ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir.’ düsturuyla fakirin akşam sofrasına bir sıcak çorba bırakan. Gürültüye, bağırtıya polisi çağırarak değil, şikâyet için değil; komşuluk hürmetine sorun çözmek için, hâl hatır için bir çay sohbetiyle dertlere derman olan.
Bu şehrin insanları vardı; yaşlıya, kadına, çocuğa, etrafına bakınıp yardım dileyen gözlerin imdadına koşan. Ve her muhtaç bilirdi ki kimsesiz değildir. Merhamet timsali, feragat ve şefkat abidesi mahallenin genç yürekleri vardı; bir köşeden çıkıp, neyse komşunun, garibin yükü, derdi, bir dua bile beklemeden evine kadar sırtlanan.
Bu şehrin insanları vardı; besmelelerle dükkânlarını açıp önce terazilerini tartan. Müşteriyi misafir kabul edip güler yüzle hoş safa karşılayan, erzaktan ziyade bir gönül hoşluğu, bir muhabbet ta(r)tmaya gelen.
Bu şehrin insanları vardı; akşamdan heyecanla büyüttükleri sevdalarını, ürkek bir bankta yahut bir ağaç dibinde, gözlerden ırak, nakış nakış bir mendil içinde, tertemiz, el değmemiş, hep taze bir aşkla ıhlamur kokan yavuklularına sunan.
Bu şehrin insanları vardı; bir yetim başını, ibadet eder gibi, emri ilahi ile huşu içinde okşayan, bir lokma ekmeğini bereketle bölüşen. Ve bölüştükçe çoğalan sevgi ve muhabbetle gönül haneleri handan olan.
Bu şehrin insanları vardı; hayatı mertçe yaşayan, sözün doğrusunu da yanlışını da arkasından değil, yüzüne mertçe söyleyen, ‘dost’ diye sırtını dayayabileceğin, hani ‘adam gibi adam’ dediğin, iki eli kanda dahi olsa bir nefeste yanında biten.
Bu şehrin insanları vardı; otobüslerde, kahvehanelerde, bir pazar alışverişi dönüşünde sokak başı muhabbetlerinin, dertleşmenin verdiği huzurla, tüm dertlerini bir anda unutup tencereye koyacağı akşam yemeği telaşıyla yahut sofrada çoluk çocuğuyla kaşık çalacağı sıcacık mutluluğun yolunu tutan.
Bu şehrin insanları vardı; trafikte bir hatayı, özür dolu bir el hareketini, naif bir baş hareketiyle kabullenen. Kavgayla değil, konuşarak sorunu çözen. Hoşgörüyle, belki bir kadın hatırına, belki bir çocuk sevgisine susan.
Bu şehrin insanları vardı; pencerelerden çocukların buyur edildiği, aile sıcaklığının tencerelerde buram buram tüttüğü bereketli akşam sofralarından sonra, gönül çaydanlığında demlenen çaya atılan şeker gibi eriyen yorgunluğun dönüştüğü tatlı bir huzuru, bir sokak maçında küçük dillerden dökülen heyecan dolu anıları kahkahalar eşliğinde yudumlayan.
Bu şehrin insanları vardı; bunca nimete ve her nikmete seccadelerde gözyaşlarıyla şükreden ve her şeye rağmen insanca yaşadığı için yarının tatlı telaşıyla başını huzurla yastığa koyan.
Bu şehrin kalbi vardı, kalbin merhameti ve şefkati; bu şehrin ruhu vardı, ruhun vicdanı ve adaleti...
Bu şehirde insanlık vardı, bu şehirde hayat vardı…