Okulların yeni eğitim- öğretim yılına başladığı şu süreçte, özellikle insanımızın okula ve eğitime bakış açısından dolayı İvan İllich’in ‘Okulsuz Toplum’ adlı eserini hatırlamamak mümkün değil. İllich, kitabında endüstriyel toplumu eğitim, sosyal ve politik boyutuyla eleştirir.
Her ebeveyn çocuğunun daha iyi bir eğitim alması için daha iyi bir okula kayıt yaptırma endişesi içinde. Öyle ki kimileri fiyatı daha yüksek özel bir okula, kimileri de neredeyse bir özel okul kadar para vermeyi göze alarak(!) bir devlet okuluna kayıt yaptırıyor. Servis parası, yardımcı kaynak kitap, yemek ve diğer masraflar derken eğitimin kendi içinde ticari bir boyutunun olduğunu görüyoruz.
Bir yandan veliler tarafından en iyi okullar aranırken diğer yandan da okullar, reklam amaçlı, başarılı bir okul ve yönetim imajı oluşturmak için en iyi öğrenciyi almaya çalışıyor.
Toplumun ve ailenin, bir nevi dayatılan, mevcut yaşam koşullarına göre eğitim nasıl şartsa tabii ki okul da şart, ama önemli olan hangi okul ve nasıl bir okul? Eğitim ve öğretim birbirini tamamlayan iki kavram olduğundan, aynı ortamda verilmesi zaruridir. Ancak birini gerçekleştirirken diğerini göz ardı etmek, bu topluma ve bu toplumun geleceğine verilebilecek telafisi en zor ve en büyük bir zarardır.
Bir tanıdığımın yıllar önce askerlik dönüşü, ‘Ben Türkiye’nin neden geri kaldığını anladım. Gencecik insanlar en verimli, en üretken çağlarında askere alınarak iki yılı heba ediliyor.’ Sözü pek de yadsınamaz. Eğitim açısından da acaba körpecik zihinler en çok öğrenmeye açık olduğu yaşlarda informal bir ortamda, herhangi bir baskıya ve müfredata bağlı kalmadan formal eğitimin kalıplarından kurtularak daha özgür bir zihinle daha mı çok şey öğrenir daha mı başarılı olur, düşüncesini akla getiriyor.
Öğrenme, bireysel gayretle sürdürülmesi gereken bir süreç olduğundan okul haricinde de informal bir öğrenme gerçekleşebilir. Mekân ve yer teminine gerek kalmadan doğal ortamda öğrenebilirsiniz ki hayatta birçok alanla ilgili bilgilerimizi okulda değil, farklı ortamlarda edindiğimiz deneyimler ve gözlemler neticesinde öğreniriz. Özellikle kurumsal online eğitim merkezleriyle uzaktan eğitimlerin eğitimin bir parçası haline geldiği, artık yapay zekâ uygulamalarının bilgiyi önümüze dizdiği, teknolojinin öğrenme sürecine etkilerinin bu kadar arttığı bir çağda okulların akademik başarıyı önceleyen değil, artık huzur ve güven toplumunu inşa eden, insanı insan yapan toplumsal ve evrensel değerlerin kavratıldığı bir eğitim yuvası olması gerekiyor. Bu kapsamda Bakanlığın diğer din ve ahlak bilgisi derslerinin yanı sıra Adabı Muaşeret, Türk Sosyal Hayatında Aile, Klasik Ahlak Metinleri, Düşünme Eğitimi gibi bu anlamda toplumsal değerleri önceleyen seçmeli dersleri çizelgeye dâhil etmesi olumlu bir çalışma.
Peki, bütün bunlar velilerin beklentilerine cevap veriyor mu? Aslında belki de daha doğru soru, velilerin daha iyi bir eğitimle kast ettikleri ‘benim çocuğum okusun, doktor, mühendis, hâkim, savcı olsun’ beklentileri doğru bir beklenti mi? Öğrenciye birtakım baskı vasıtalarıyla sadece akademik odaklı bir hedef gösteren ve bu çerçevede öğrenciyi ödül ve ceza yöntemiyle sosyal ve politik anlamda tekdüze bir toplumun bir parçası haline getirmek başarı mıdır? Saygı, sevgi, merhamet, şefkat ve empati duygularından yoksun bir birey/toplum yetiştirmek, istenen bir sonuç mudur?
Önce insan yetiştirmek görevi olan okullar, maalesef ki sistemin ve ailenin dayatmasıyla asıl varlık amaçlarından uzaklaşarak okulun sadece öğretim boyutuyla ilgilenir oldular. Okulların mevcut düzenin bir reklam vasıtası olduğu ve bir vitrine dönüştüğü bir sistemde, merhametini yitiren bir vicdandan kime fayda gelir? Şefkati körelmiş bir yürek bırakın tabiatı, hayvanı, canlıyı cansızı, insana acır mı? Saygısını yitirmiş bir evlattan ne hayır gelir? Sevgisiz kalplerle dünya karanlık bir zindana dönmez mi? Empati insanca anlaşabilmenin, seni anlıyorum, diyebilmenin önkoşulu değil midir?
Burada önemli olan okulun varlığının tartışılmasından ziyade, okullarda, hele hele temel eğitimde, verilen öğretimin yanında, eğitim açısından derslerin insan yetiştirme odaklı olması ve buna göre müfredat güncellemeleriyle beraber, okulların da akademik başarı peşinden koşmak yerine ‘insan’ yetiştirme merkezleri olmasıdır.