Bundan yüzyıl evvel şimdiki Avrupa birliğine mensup ülkeler hep beraber yıkımına çalıştıkları Osmanlı imparatorluğuna “Hasta adam” ismini vermişlerdi.
Osmanlıyı bu hasta adamlıktan kurtarmak için 33 sene çalışan Abdülhamit hanı tahttan alaşağı edip adını “Kızıl sultan” koymuşlardı, kimdi bu adamlar ?, tabi ki Yahudiler, haçlılar ve onların piyonları.
Kendileri dışardan, işbirlikçi hainler içerden yaklaşık iki yüzyıl çalışarak “Hasta adamı” yani Osmanlı devletini yıkmışlardı.
Yüzyıl evvel bu topraklarda yaşayan büyüklerimiz belki de en zor günlerini yaşamışlardı, bir taraftan savaşlar, bir taraftan göçler, bir yandan da Amerika, Fransa ve Rusya’nın kışkırttığı Ermeni terör hareketleri vardı. Açlık, yokluk ve çaresizlik yurdumuzu dört bir yandan sarmıştı, neticede işbirliği yapmış Avrupa devletleri koca çınar Osmanlıyı yere sermiş elde avuçta kalan Anadolu topraklarını bile İngiliz’i, Fransız’ı, İtalyan’ı ve Yunanlısı paylaşmaya kalkmışlardı.
Gayeleri Müslümanları Avrupa dan hatta Anadolu dan atıp ta 1071 de Sultan Alparslan ın geldiği Malazgirt ötelerine atmak ve Avrupa yı Müslümanlardan korumaktı.
Ama dedikleri ni tam başaramamışlardı, Müslüman Anadolu halkı önce Çanakkale de sonra Kurtuluş savaşında top yekün bir savunmaya ve hücum kalkarak adeta küllerinden doğmuş Anadolu’yu şehir, şehir, köy, köy savunarak Emperyalist Avrupa devletlerini ülkeden söküp atmışlardı.
Bu kurtuluş savaşları sırasında kana kan dişe diş savaşıp can alıp can veren, kimisi Şehit kimisi gazi olan dedelerimiz, bu toprakların kime ait olduğunu cümle aleme ispat etmiş oluyorlardı.
Bizzat şehrimiz olan Gaziantep’te de bu savaşlar yaşanmış İngiliz’le, Fransız’la ve işbirlikçi Ermeni çeteleriyle girişilen bu savunma harekatında Altı bin den ziyade Antepli şehit düşmüştür.
Bağımsızlığını kazanıp Türkiye Cumhuriyeti olarak dünya sahnesine çıkan yeni Devletimiz ile de Avrupalı devletler uğraşmaktan geri kalmamışlardır, gayeleri yıktıkları Osmanlıdan bakiye kalan Türkiye Cumhuriyeti’nin ayakları üzerinde duramaması, maddeten ve ilmen çağın gerisinde kalıp hep Avrupa’ya muhtaç olup kapısında dilenci gibi el açıp kapılarında uşaklık etmesini sağlamaktı.
Bu baltalama hareketlerini de yine içimizdeki ismi Ahmet, Mehmet olan ama hakikatte ya Ermeni ya Yahudi ya da Haçlı Avrupa’ya uşaklık edenler vasıtasıyla yapmaya başlamışlardı, bu işbirlikçi uşaklar; bazen siyasetçi, bazen akademisyen, bazen sanatçı, bazen sanayici, bazen sivil toplum örgütü, bazen de terör örgütleri olarak karşımıza çıkmışlardır.
Sırf ülkemin ilerleyip başarılı olmaması için hep bizlere ümitsizlik aşılayıp;
“Müslümanlar soykırımcıdır”
“Müslümanlık bilime ve teknolojiye karşıdır ”
“Biz Türkler toplu iğne dahi bir şey yapamayız”
“Yapar sa Avrupa yapar”
“Sanayi Avrupa’da ,özgürlük Avrupa’da, Medeniyet Avrupa da ”
“Biz kim araba, uçak, silah, yapmak kim, bunlar gelişmiş ülkelere aittir”, diyerek
İçimize “Karamsarlık” ve “Öğretilmiş Çaresizliği” aşılayarak bu teknolojileri ülkemize getirip yapmak yerine kendilerinin ürettiği araba silah ve teknolojik aletleri bize satmışlar hem paramızı kazanıp hem ülkemizde teknolojinin gelmesini önleyip beyin göçünü hızlandırıp hem de tabiri caizse (siz Müslümanlar bir şey yapamazsınız) diyerek bizi küçümsemişler dir.
Ne yazık’ki bu düzmece tiyatroya inanan birçok insanımızı kandırmışlardır.
Türkiye’nin kalkınması için elini taşın altına koyan Milliyetçi ve Maneviyatçı iş adamı sanayici ve siyasetçileri düzmece senaryolarla diskalifiye edip ülkenin kalkınmasına taş koymuşlardır.
Vecihi hürkuş, Nuri Demiral, Nuri killigil, gibi uçak ve silah üreticilerini, Adnan Menderes, Turgut Özal, Necmettin Erbakan ve Muhsin yazıcıoğlu gibi siyasileri yargısız infazlarla kimini öldürmüşler kimini iflas ettirmişler kimilerine de suikast tertip etmişlerdir.
************************
Ama her şey 2002 yılındaki Türkiye genel seçimlerde ters yüz olmuştu, İstanbul büyükşehir belediye başkanlığındaki yaptığı icraat ve başarılarıyla Türkiye’nin umudu olan Recep Tayyip Erdoğan genel seçimlerde oyların çoğunluğunu alarak başbakan seçilmişti.
Bazı çevrelerce “Artık Muhtar bile olamaz” denilen, Milletine ve maneviyatına bağlı ülkesine aşık olan Erdoğan bir çok yapılamaz denilen projeye, yeniliğe ve reform’a da imza atmıştı.
Erdoğan, karşısında yer alan “İstemezük”cilere karşı fırtına gibi esmiş daha evvel ülke nin Müslüman halkına kan kusturan statükocu ve laik dinozor ları na karşı hamle üstüne hamle yapmıştı.
Başörtüsü zulmü bitmiş, imam hatiplere uygulanan katsayıyı iptal etmiş, paradan altı sıfır atarak, İMF ile anlaşmaya nokta koymuş, öğrencilere bedava kitap devrini açıp sağlıkta ve ilaçta devrim yapmıştı.
Karşısındaki; muhalefet partiler, bürokrasi, askeri vesayet, ve akademisyenlerin karşı gelmesi , dış devlet destekli( ABD) Fetö, Pkk, ve Daiş terör örgütlerinin baskısına rağmen ülkede yenilik üstüne yenilik yapıp, köprü, yol, baraj, hasta, okul, demiryolu gibi halkı rahatlatan yatırımlar yapmıştır.
Esas konumuzun bahsi olan yenilik ise, savunma sanayimizde yapılan yatırımlardır, toplu iğne bile yapamaz diye küçümsenen ülkemizde, savaş gemisi, deniz altı, helikopter, uçak, insansız hava aracı, güdümlü füzeler, uzak mesafe topları, lazer silahları gibi bir çoğu sadece ülkemizde bulunan silah ve teçhizat artık ülkemizde kendi mühendis ve teknik personelimizle yapılıyordu.
Türkiye’nin yaptığı insansız hava araçları İHA ve TİHA lar Libya da Azerbaycan da Suriye de ve sınırlarımızda başarılı operasyonlarla destan yazıp. Kardeş ülkelere ve ülkeme güven veriyordu.
Artık Türkiye Amerikalı ve Avrupalı siyasetçilerin ağzına bakmıyorlardı, onların emri vakilerini dinlemiyorlardı, kendi milli menfaatlerimiz doğrultusunda hareket ediyorduk.
Evet Türkiye kendine biçilen deli gömleğini yırtmıştı artık, yıllardır Türkiye’ye (siyasetçi, akademisyen, gazeteci, aktivist ve sanatçı adı ile) sızmış işbirlikçilerin dillerine pelesenk ettikleri;
“Biz Türkler hiçbir şey üretemeyiz”, “yaparsa Avrupalılar yapar” yalanı ellerinde patlamıştı.
Artık dünya şunu kabullenmek zorundaydı; Türkiye artık eski Türkiye değildi, zaman “Yeni Türkiye” zamanıydı. Artık Türkiye adı sanı duyulmamış İMF müdürlerinin parmak salladığı, ABD nin ileri karakolu, AB kapısında “Ne olur bizi AB ye alın” diye otuz beş yıl bekleyecek bir ülke değildi.
Artık Türkiye, “emir alan bir ülke” konumundan çıkıp “oyun kuran bir dünya devletiydi”.
Artık, Türkiye dünya devlerine parmak sallayarak “Dünya beşten büyüktür” diyebilen, “ Ülkesinin ve insanının hak ve hukukunu bütün platformlarda koruyabilen” bir dünya devletiydi.
Dost ve düşmanlara duyurulur.