İnsanoğlunun doğumundan ölümüne kadar berdevam eden, onu, hayatta ihtiyaç duyduğu bilgi beceri ve donanımla teçhiz eden yegâne faktördür eğitim. Bireyin ana rahmine düşmesinden başlar, öldükten bir müddet sonra bile devam eder eğitim. Bizim inancımıza göre, imam efendi ebediyete intikal eden bir insana, kabri başında bazı telkinlerde bulunarak öbür dünyada ihtiyaç duyacağı sözleri hatırlatmaya çalışır. Dolayısıyla eğitimin hayatın bütününe nasıl sirayet ettiği ve tüm bireyler için ne kadar elzem olduğu aşikardır.
Çağın çığırından çıktığı, ruhun çığlıklarına kulakların tıkandığı bir toplumda, önce ruh ve mana aleminin tamir edilmesi, akabinde sağlam bir diyalektikle, eğitimin bütüncül bir yaklaşımla, çoğunluğu değiştirecek, dönüştürecek şekilde yeniden tesis edilmesi gerekmektedir.
Akademik başarıya odaklanmış, başarı kriteri sadece sınavda aldığı birincilik olan, aileden, toplumdan kopuk nesiller yetiştirmeye devam ettiğimiz müddetçe, bireyi mutsuz, toplumu huzursuz, çocuğu doyumsuz, kurumları uyumsuz hale getiririz.
Çocuklara, hayatta tek bir başarı varmış gibi gösteriyoruz: Çok çalış yüksek not al! Çok çalış iyi bir liseye yerleş. Çok çalış iyi bir üniversite kazan… Hatta çoğu zaman bu hedefi Fen Lisesi, Tıp Fakültesi diye daha da belirginleştiriyoruz.
Hedef komutunu alan çocuk, başarmak için her yol mübah olduğundan(!) kesti dünyayla alakasını, daldı rakamların, formüllerin büyülü dünyasına. Aman, hiçbir iş buyurulmasın hanımefendiye! Aman, aslanım fırından ekmek almasın, o süre zarfında kaç soru çözer! Kahvaltısı da meyve servisi de gelsin masasına.
Oysa ahlak, erdem, fazilet; saygı, sevgi, minnet; şefkat, adalet ve merhamet insanlığın zirvesi değil midir? En büyük başarı değil midir? Biz bunları hiçbir zaman çocuğa hedef olarak göstermedik ki… Hangi okulun ahlak birincisi ödül aldı ve çarşaf çarşaf paylaşımlarla ödüller verildi? Hangi erdem, hangi adalet, hangi merhamet alkışlandı fotoğraf makinası flaşları altında. Hiç böyle bir gayemiz ve hedefimiz olmadı ki hayatta… Çünkü bunlar para etmiyordu. Çünkü bunlar bir makam sunmuyordu. Çünkü bunlar alkışa layık olmayan sıradan şeylerdi. Öyleyse haydi çocuklar, 100, 200, 500, 1000 soru çözün günde. Notların hep yüz olsun. Gelsin birincilikler, gitsin ödüller. Bütün soruları doğru cevaplayan tek kişi ol! O bitirdiğin boyun kadar kitapları da görelim. Hah, ver bir poz! Hiç yanlışın olmasın! Gel öpeyim seni alnından!.. Oysa o kadar çok yanlışımız vardı ki… Hangimiz geriye dönüp çocukluğumuzun uçurtmasını uçurabiliriz? Kaybettiğimiz saygıyı sevgiyi nerede bulabiliriz? Hangi markette satılır şefkat ve merhamet? Adalet hangi sorunun doğru seçeneği?
Eğer hâlâ silahlar patlıyorsa sokak ortalarında, hırsızlar cirit atıyorsa köşe başlarında, hâlâ trafik kazalarında onlarca canımızı kaybediyorsak, hâlâ parklarda, banklarda, mesire alanlarında çöpten geçilmiyorsa, otobüste, tramvayda gençler oturup ağız dolusu küfürler ederken yaşlılar ayakta yolculuk yapıyorsa, trafikte olmadık hatalarla haklıymış gibi kendimizi savunup levyeler çekiliyorsa, kornalar susmuyorsa çarşının göbeğinde, hâlâ yan baktı davasına canlar yitiyorsa peki nerede bu eğitim? Biz neyin eğitimini veriyoruz, kimi eğitiyoruz?
Acırım acırım da harcanan onca emeğe acırım… Bu kadar büyük emeller, hedefler, emekler neticesinde kaç kişi başarılı(!) oluyor. Çalıştığı halde başarısız olan, yazıklar olsun sana! bakışı fırlatılan kaç kalbi kırık kalıyor geriye. Nedir eğitim? Üç beş çocuğa iyi puan kazandırmak mı? Bir iki çocuğun tam puan alması mı? Eğer eğitim, hedef kitlesinin büyük çoğunluğunu (çoklu hedef göstererek) başarıya ulaştıramıyorsa fena çuvallıyoruz demektir ve bu durum da eğitimde çok ciddi sorunlar olduğunu gösterir.
Sahi nerede bu eğitim?
Eğitimin gerçekten ne manaya geldiğini tam olarak kavradığımız ve çocuklarımızı gerçek anlamda eğitmeyi başardığımız yarınlar dileğiyle...